REMZİ YILMAZ - HEMŞİNLİLERİN TANIMI

REMZİ YILMAZ - HEMŞİNLİLERİN TANIMI

4 Ocak 2011 günü bir gazetenin “Hayatın içinden” sayfasında; “Ermeni Müslüman Olabilir mi?” başlıklı yazıyı büyük bir hayret ve üzüntü içinde okudum. “Hiçbir Ermeni Müslüman olmaz”. Ermenilere göre böyle bir vaka görülmemiştir. Bu gerçeği Ermeniler’in büyük bir bölümü övünerek bahsetmektedirler. Bilhassa Ermeni din adamları bunu her zaman söylemektedirler. Bunu nerden biliyorsunuz derseniz; “Ermeniler tarih boyunca Hayk veya Ermeni (Armen) isminin dışında asla başka bir isimle anılmamışlardır. M.S. 410-420 arasında Hz.İsa’nın dinine girmişlerdir” diyen René Grousset “Ermenilerin Tarihi” adlı eserinde , “Hristiyanlığa geçene kadar ki (M.S 410) tarihleri bilinmemektedir” diyor. Ayrıca Ermeniler, Ermeni kelimesinden çok Hay kelimesini kullanırlar. Ermeniler’e Ha(y)k denmesinden dolayı Hemşin yerel şivesinde de Ermeniler’e ‘’ Ğak’’ derler. Bunun anlamı ise; yabancı, bizden olmayan demektir. Bu küçük ayrıntıda bile bir aidiyet bilincinin ip uçlarını görmekteyiz.

Biz insanlar farkında olalım veya olmayalım dünya tarihi ve Türk tarihi yeniden yazılıyor. İnsanoğlu ister istemez bunun canlı tanıklarıdır. Eğer bugün burada bir şeylere ilgisiz kalınıyorsa, bu durum bilgisizlikten kaynaklanıyor. Dünya hızla büyük çatışmalara sürükleniyor. Pek çok olayın arka planında ülkelerin veya milletlerin “var olma mücadelesi” vardır. 3.bin yıldaki küresel algı ise”Herşey benim olsun” bencilliği ve dayatması ile insanlığı tehdit eden bir sürece girmiştir.

Hemşin’in Tarihi Köklerine Doğru” adlı tarih araştırması yaptığım sırada, bazen İstanbul’daki Ermeni kilisesine (Kumkapı -Patrikhane karşısı) giderdim. Elimdeki Ermenice metinlerin tercümesi için A.S’den yardım istedim. “1885’te Kafkasya’da Halkların Münasebetleri” adlı bir metin uzun gayretlerime rağmen tarafıma verilmedi. Nedenini tahmin etmekteyim. Zira bu kitaptaki bazı gerçekler Ermenileri rahatsız edecek türdendi. Orjinali Ankara’da Milli kütüphanededir. Bu süreç içerisinde direktör A.S ile çok uzun sohbetlerimiz oldu. Hatta birgün bana, “Biz Ermeniler kimiz, bizim tarihimizi de yazabilirmisiniz? diye sorunca ; gayet doğaldır ki, şaşırdım. Ciddi olup olmadığını kestiremedim. Telefondan yanımıza kilise kütüphanesinin müdürü K. Beyi çağırdı. Benimle tanıştırdı. Yanında Ermenileri anlatan küçük çaplı bir kitabı bana takdim etti. Latin harflerle Türkçe yazılmıştı. Kitabı okudum. Ancak bu kitapta Ermenilerin kökeni hakkında bir fikre ulaşamadım. Vatanları hakkında ise, Hint-Avrupa, Anadolu, Kenan Ülkesi ( İbrani yurdu ), Balkan’lar derken karışık bir durumla karşılaştım.

Araştırma kitabım “Hemşin’in Tarihi Köklerine Doğru” adlı eserde bu ve benzeri sohbetlerdeki bilgi ve istihbarat niteliğindeki duyumların hiçbirini yazmadım. Amacım polemik yaratmak ve birilerini istismar etmek değildi. Bu hem etik kurallara hem de vicdan sınırlarını zorlardı. Ancak anlaşılmaktadır ki, bu tür münasebetlerde artık bizde muhataplarımızın metodunu kullanmak zorundayız. Bu bakımdan Ermenilerin Rize-Hemşin ve doğuya doğru Batum’a kadar yaşamakta olan Hemşin halkı üzerinde “Etnik Ayrılık” boyutunda gizli faaliyetlerini bilmekteyiz. Yöresel Hemşin şivesi içindeki bazı Ermenice kelimelerin varlığı bilinmektedir. Bunu yadsımak mümkün değildir. Bunun üç önemli ayağı vardır. Dini telkin ve vaazlar yoluyla bugünkü Hemşinlilerin ataları olan Arsak-Partlar( Saka’ların bir kolu) Oğuz’un Gregoryen mezhebine bağlı Hristiyandılar. Nur saçan Aziz Greguvar Oğuz Türkü idi. Zamanla Oğuzlar içinde Ortodoks ve Gregoryen mezhepler çatışması doğdu. Bu iktidar mücadelesine dönüştü. Hem bu konu hemde Ermenilerin Bizans’la olan sorunlarını aşmak için, M.S 632’de “Divin Konseyi” toplandı. Ermeniler tarihlerinde soykırımını Bizans’tan görmüştür. M.S 200.yıllarda Balkanlara sürgün edilen 170 bin Ermeni Bizans İmparatoru emri ile katledilmişlerdir. Bu konseyde alınan karalar gereğince; Oğuz’un Gregoryan boyları Erivan’daki Ermeni Kilisesi’ne, Oğuz’un Ortodoks olan boyları ise, Tiflis’teki Gürcü Ortodoks kilisesine bağlandı. Bugünkü Hemşinliler

Oğuz’un Üçoklar boyuna mensup ,Bayındır koluna intisap ederler. Ermeniler Hristiyan dinini Türklere Ermenice anlattıkları için Türk boyları içinde Ermenice kelimelerle Türkçe Dil bilgisinde (Grameri) uygun bir ağız ortaya çıkarmıştır. Doç.Dr. Turgut Günay, “Rize ili ve Ağızları” isimli kitapta; Hemşinliler’in Balkar Türkü olduklarını, ‘’Göçebe ve koyuncu Türkleridir” demektedir. Ayrıca yazar “Hemşinlilerin Başkurt ve Kazak Türklerinin geleneklerini yaşatıyor olmasını, bunların köklerinin Türk olduğunu göstermektedir” diyor. Düğünde, damat evinde koç istenmesi, damada şekerleme baklava vs. ikram edilmesi , eski Türk geleneklerdendir. Bu durum bu gün halen Hemşin toplumunda yaşatılmaktadır.

Hemşinliler çok iyi at binerler. Yayla düğünlerinde at yarışları düzenlenir. Bu yarışlarda usta biniciler atın kuyruğunu “gopça” şeklinde bağlarlardı. Bu gelenek Malazgirt savaşında Alparslan; süvarilerine bu şekilde bağlamalarını emreder. Savaş sırasında Bizans Ordusu içindeki Kıpçak, Kuman ve Bulgar Türkleri bunu görünce ; “ Bunlar Türk, biz bizden olanlarla mı savaşıyoruz” diyerek saflarını değiştirmişlerdir. Doğu Karadeniz’de Hemşin köylerinin pek çoğunda “cirit düzleri” nin olması bunu kanıtlayan yerlerdir. Ayrıca İngiliz Kraliyet askeri tarihçisi William David Allen “Kafkasya Harekatı” Türk-Rus savaşlarının tarihi adlı eserinde; Kars’ın Ruslar tarafından kuşatıldığında Gazi Ahmet Muhtar Paşa çok hızlı hareket edebilen gayri nizami bir seçkin süvari birliği oluşturulmasını ister. İşte bu gençler Hemşin’den seçilir. Ali Reis öncülüğünde o güne kadar hiçbir savaşta görülmemiş bir taktikle, düşmanın (cephenin) arka planlarına sarkarak lojistik imkanlar, yatakhaneler ve yemekhaneler tahrip ediliyor. W.Allen bunun tarihte ilk “gerilla usulü savaş” taktiği olduğu ve Hemşin gençlerinin cesaretini hayranlıkla anlatıyor. Ayrıca geçmişte bununla ilgili Hemşin’de bir espri vardır. “Ata binemeyen Hemşin gencine kız vermezler” derlerdi. Ata iyi binene lakap olarak “Polo” denir. Bu isimde kişiler halen mevcuttur. Ayrıca Amerika’da yine at üstünde oynayan Polo Sporu geliştirilmiştir. Oyunun menşei OrtaAsya Türklüğüdür.

Her Hemşin ailesinde mutlaka bir cirit yapabilen biri olurdu. Diğer bir at sporu ise; atla sürüden kuzu yada oğlak kapmadır. Bunun benzerini Kazakistan’ın eski başkenti Almaata’da seyrettim. Hemşin düğünlerinde at yarışları düzenlenirdi. Şimdilerde at sayısı çok azaldı. Bu yarışlarda ilk dört sırayı alan atlar, kırmızı,sarı, yeşil ve sonuncu olan siyah renkte şal ve yazma hediyeler atın boynuna takılırdı. Bu renkler Türk/Türkmen milli renkleri gibidir. Kilimlerde/Keçelerde, işlenen yün çoraplarda ve yazmalarda bu renkler çok belirgindir.

Bir insanın doğuştan milliyetini seçmek yada tercih etmek gibi bir yeteneği yoktur. Irk “insan türünün nispeten sabit biyolojik özellikleriyle oluşur” diyor L.N. Gumilev. Bu ünlü Rus tarihçisi tarihe önemli bir gerçeği not düşmüştür. “1800’lü yıllarda Kuzey Kafkasya ‘da ki (Batum,Hopa, Ahiska,Poti vs) gibi yerlerdeki Hemşinliler, Ermeniler tarafından asimile edilmeye çalışılmıştır. “ diyor. O halde şöyle bir soru sorma hakkımız doğal olarak ortaya çıkmaktadır.

-Kendilerinden olan birilerini neden asimile etmeye kalkışsınlar ki? İşte hakikat burada kendisini açığa çıkarmaktadır.

Ne var ki aynı yüzyıllar da Osmanlı’nın hiçte böyle bir etnik derdi olmamıştır. Dinsel bir baskıda yapmadığı bilinmektedir. Artık her şeye rağmen gerçekler gün ışığı gibi ortadadır. İdolojik ve politik taleplerle ırk veya soy tayini yapılamaz. Bu oynanan oyunu ne zaman fark edeceğiz? Bugün bize dayatılan Ermeni sorunu değil. Sorun bir Türkiye/Türk sorunudur. O da Türkiye’den Türkleri çıkarmaktır. Sorunun başlangıçtaki esas ayağı “şark sorunu” dur. Bunun da arka planında Hıristiyan Batı vardır. Batı, Kafkasya’daki politikalarını “hep Ermenilerin sırtından uygulamaya kalkmıştır.” Eski

general, sonra İstanbul’da Büyükelçi olan Rus komutan V.Mayevsky; Bir yabancı elçinin gözüyle ‘’Ermeni Sorunu’’ isimli hatıra eserde; “Doğuda olup bitenleri seyrettik. Gerçekleri söylemek gerekirse; Ermeni çetelerinin Müslüman Türklere yaptıkları insanlık dışı şeylerdi. Artık bugün bunu söylemek bir insanlık vazifesidir” diyerek, doğudaki olaylarda asil Türk milletinin masum ve mağdur taraf olduğunu itiraf etmiştir. Oysa Türkler ve Ermeniler asırlarca yan yana, iç içe aynı sahalarda barış içinde yaşamışlardır. Kafkasya’da Kıpçak İmparatorluğu zamanında Ermeniler gayet hür ve huzur içinde yaşamışlardır. Ermeniler en büyük Edebi eserlerini verdikleri “Kıpçak Ermencesi” ile en parlak dönemini yaşamıştır. Hatta bugün çoğu kez sahiplenmeye kalktıkları “Sarı Gelin” Türküsü aslında Kıpçak Türklerinden kalmıştır. Özü Türk ve Türkçedir. Zaten geçmişte ve günümüzde Türk sanat musikisinde çok güçlü Ermeni icra ve saz sanatçılarını görmekteyiz. Toplumumuzda bundan dolayı bir rahatsızlık duyulmamaktadır.

Vatanseverlik tarihin yetki alanına girer. Bu yüzdendir ki, yurdunuzu sevmeden, atalarınızı sevmeden , saygı duymadan, halkınızı, milletinizi sevemezsiniz. Kimse halkını ve topraklarını sevmekle de kınanamaz, suçlanamaz. Ancak bunu şovenizme vardırmamak gerekir.

Asırlardır komşularımız olan Gürcüler bugün bile Hemşinlilere “Sumehi” Üçoklular demektedirler. Cumhuriyet kurulduktan sonra uzun yıllar Türkler serbestçe Gürcistan’a geçerlerdi. Batum’a geçişler “Hudut Tahdit Komisyonu” nezaretinde serbestti. Batum’a gidilir serbest ticaret yapılırdı. Bu maksatla Hemşin mal (koyun) sahipleri kışı kışlamak için Batum’a giderlerdi. Buradaki halk; Hemşinlilere, “Türkmenler kışlamaya geldi” derlerdi. Yine Artvin’in Ardanuç ilçesinden sürülerle yayla vaktinde, Üçırmak köyünden geçilirken, köyün ileri (yaşlı) gelenleri, “yayla vakti geldi, koç burunlu Türkmenler yaylaya çıkıyorlar” diye söylerlerdi. Yine başka bir belgede Hemşinlilerin Türk olduğunu bize kanıtlamaktadır. Şöyleki; bugün bile her Hemşin evi giriş kapısı üzerinde Koç boynuzu asılıdır. Bu Türk-Türkmen/Akkoyunlu sembolüdür. Türk olmayan hiçbir aile bunu yapmaz. Yakın tarihlere kadar Erivan’da ,Türkler evlerine koç boynuzu asarlarken, Ermeniler ise haç (kapılara) asarlardı. Bu durum hanenin (evin), ailenin milliyeti hakkında bilgi verirdi. Türkmen tarihçi Agacan Begoğlu (şimdi ABD’de)bir sohbetimizde bu bilgileri teyit eder nitelikle, bu geleneğin “Akkoyunlu Türkmenlerinden ve eski Türk/Şaman dininden geldiğini; “Koç boynuzunun kötü ruhlardan evi-çadırı koruduğunu “ söyledi.

Yine belge nitelikte diğer bir kanıt ise; Sümerlerden, Sakalardan ve Uygur Türkleri’nin de kullandıkları “keçe” dir . Keçe deyip geçmeyiniz.Çünkü keçe Türk icadıdır ve başka milletler bilmezlerdi. Bu bakımdan tarihte koyunu ilk kez evcilleştiren ve onun hertürlü ürününden faydalananlar Türklerdir. Keza at yine Türkler tarafından insanoğlunun hizmetine girmiştir. Bu bilgi ve belgeleri Fransız tarihçi-elçi Fernard Grenard ‘’ Asya’nın Yükselişi ve Düşüşü’’ adlı eserde sunmaktadır. Bu iki canlı, yakın zamanlara kadar bugün ki Hemşinlilerin en önemli varlık sebebiydi. Hemşinliler bu Türk Keçesini halen bugün yaşatmaktadırlar. Bilhassa yaylalarda, göçerken en çok sağlıklı yün ürünüdür. Macar tarihçi Czegledy. “Keçe Türk olmanın mührü gibidir” demektedir. Daha sonra başta Araplar ve diğer doğu halkları da keçe kullanmayı Türklerden öğrenmiştir.

Doğu Karadeniz’de hemen her evin yanında Serander denen ahşaptan yapılmış ve dört ana direk üzerinde yükselen yapı, bu direklerin radyal ( temelden bağlantılı) olarak irtibatlıdır. Şimdilerde sebze, meyve, kışlık yiyecekler buralarda saklanır. Üst bağlantıyı sağlayan yerlerde tekerliğe benzer yatay halka vardır. Haşare, böcek, fare vs. buradan geçemezler. Ürünler sağlıklı şekilde korunmuş

olur. OrtaAsya’da Türkler henüz göç etmeden Göktürkler, Uygurlar,Avarlar, sonra Hunların “Serandar” kullandıkları, ve bunların Uygur mimarı tarzı ile yapılmış olduğu bilinmektedir.

Ser-Ander: Sahipsiz baş, garip/yalnız baş anlamındadır. Göktürkler ölülerini Göktanrı’ya adarlardı. O yüzden ölünün kötü ruhlardan arınması için 40 gün bu “serandar” lerde bekletirlerdi. İşte günümüzde “kırkı çıktı” kültürel veya dinsel rituel bu gerçekten kaynaklanmaktadır. Hemen bu konuya yakın önemli bir durum ise; Biz Hemşinliler, ölüleri için çok ağlarlar. Kadın, çoluk-çocuk, herkes yüksek sesle, neredeyse bağırarak bazen kendi yüzlerini tırnaklamak suretiyle kan akıtırlar. Bunu göz yaşıyla silerler. Ayrıca ölüye ait elbiseleri ortaya koyarak, onun üzerine saatlerce ağıtlar söylenir. Buna “kovuş” denir. Türkçemizdeki Kov-mak fiilinden türemiştir. Eski Türk Şaman dininde kötü ruhların ölüden ayrılması için bağırarak feryat etmedir. Bu ve benzeri durumları cenup(güney) Türkmenlerinde görmek mümkündür. Kovuş’taki ‘’uş’’ eki Türkçedeki mastar eki olan ‘’–mek –mak’’ eki ile aynıdır. Bu ise eski Türkçede ( Çuvaş, Avarca/Hun dili) görülmektedir. Bu bilgiler Hemşinlilerin çok eski bir Türk kavmi olduğunu işaret etmektedir.

Asya’dan göç eden (M.ö. 380)ilk Türk kafileleri Doğu Karadeniz’e yerleşmiştir. Yörede halen bugün yaşatılan atmacacılık /atmaca avı yine Avar Türklerinden intikal eden bir Türk geleneğidir.

Saha çalışması sırasında Yığılı yaylalarından ( Ardahan, Göle yakınları) Ardala yaylasında evlerine su getiren çocuklara, yaşlılar suya gönderirken; “Bizim sudan getir, Ermeninin suyundan getirme” derler. Yaylada iki su kaynağı vardır. Bir zamanlar Ermeniler burada yaylacılık yaparmış. Bu emir bir gerçeği ifade ediyor. Sosyolojik olarak “ kendini tarif ve aidiyet duygusunu öne sürüyor. Günümüzde bunun sosyolojik açıklaması “milliyet bilinci” dir. Hemşin halkı gerçekten derin bir halktır. Son otuz yıllık hızlı değişimi ideolojik ve siyasi tercihleriyle ilginç görüntüler de veriyor. Teknoloji ve sanayinin gelişmesi ister istemez ciddi kültürel değişiklikler ve beraberinde kültürel sapmaları da getirmiştir. Hemşin kültürü geleneksellikle modernlik arasında sıkışıp kalmıştır. Okuma oranı belki de Türkiye ortalamasının çok üstündedir. Ancak bu cehalet ve geriliği önlemede doğru orantılı değildir. Ne yazık ki, Hemşin toplumunda “okumuş cahiller” de çoktur. Hemşin aydını ve gençliği bugün yaşadığı coğrafyayı iyi algılamak zorundadır. İşte o zaman Kafkasya’nın kavimler kapısı bu bölgesinde çirkin siyasi hesapların analizini daha gerçekçi olarak yapabilir.

Hemşin konusu veya Hemşinlilerin kim olduğunun anlaşılması için okuyucuların şunu önemle bilmelerini isterim. Bugün “Hemşin” kelimesi herhangi bir kavmi, budun/etnik veya ırkı tarif etmiyor, etmez de. Sonra Hemşin o kadar çok kavim ve boylara “yurtluk” olmuştur ki, içlerinden her hangi biri ,Hemşin bizimdir diyemez. Hemşin sanıldığı kadar da küçük bir alan değildir. Trabzon’un Of ilçesinin doğusundan ,Batum ve Artvin’in Borçka ilçesi hudutlarına kadar uzanmaktadır. Bu geniş alanda sadece tek bir kavmin yada ırkın yaşadığını, geçmişte iddia etmek gerçekçi ve akılcı bir yaklaşım değildir. Bu anlamda 1489’a kadar bu bölgede Hemşin ve civarında Ermenilerin yaşadıkları bilinmektedir. Zaten Osmanlılar 1461’den beri bölgeye yavaş yavaş egemen olmaya başlamışlardır. Bölgeye göçlerle gelen Türkmen bölükleri Ermenilerin bu yörelerdeki hakimiyetlerine son vermiştir. Ermeni krallığı 1492 de fiilen kalkmıştır. Ermeni ileri gelenler Türkmen ordusu askeri komutanlarına yakın durmak suretiyle onları damat edinmek yoluyla güvenliklerini sağlama almışlardır. Pontus Devletine ve Gürcülere karşı Türkmenlerden büyük bir askeri birlik meydana getirmişlerdir. Bu evlilikler yine Türkmen aile içinde, anneden Ermenice kelimelerin geçtiği bir vakadır. Yine bu anlamda ekilecek tarla ve mera (otlak) gibi yerlerin hediye şeklinde sunulduğu biliniyor. Bu ortak alanlardaki yaşam, doğal olarak konuşulan dilleri karşılıklı olarak etkilemiştir. Türkçe’den Ermenice’ye ,

Ermenice’den Türkçe’ye ciddi kelime transferlerini görmekteyiz. H.Açaryan 1902’ de Ermenice’ye geçen Türkçe kelimelerinin envanterini çıkarmıştır. 4232 Türkçe kelime Ermenice’nin içindedir. Bunu günümüzde Ermenilerin Türkçe’ye ne kadar hakim olduklarından anlıyoruz. Rusya gezisinde Sochi ve Tuyapse sahil şehirlerindeki Ermenilerin yoğunlukla Türkçe konuştuklarına şahit oldum. Tuyapse şehrinde misafir olduğum Ermeni Rafik’ın babaannesi yemekten sonra yaptığımız sohbette, “Hopa, Kemalpaşa, Batum ve buradan batıya doğru Hemşinliler Türktürler. Bizimle çok düşmanlıkları oldu.Bizi öldürdüler. Yukarıda (?) buğdaylarımızı yaktınız. Sizler Mustafa Kemal’in çocuklarısınız” demişti. Erivan’a giden bir Türk asla sıkıntı çekmez. Çünkü konuşsanız sizi anlayan pek çok insana rastlarsınız. Ünlü gezgin tarihçi Aleksander Dumas “Kafkasya Seyahatleri” adlı eserde, “Erivan’a vardığımda Arapça,Türkçe,Farsça,Gürcüce,Rusça karışığı bir karmakarışık dille karşılaştım” demektedir. Doğrudur. Çünkü Kafkasya’da diller o kadar iç içe girmiştir ki, dil bir kavmi yada soyu tarif etmekten uzaktır. Arap gezgin ve tarihçi Dimaşki (Şamlı) “1260 yılında Kafkas’da üçyüz lisan ile danışılırdı” demekten kendini alamamıştır. Bu yüzden bu coğrafya’ya Tarihçiler “Diller Dağı” ya da “Kavimler Kapısı” demişlerdir. Tüm bu nedenlerden dolayı Fransız dilci (etimolog) ve arkeolog J.De Morgan “Merkezi Kafkasya’da dil bir kavmi tarif etmek için başlı başına bir sebep değildir” demektedir. Tam da bu yıllarda bu karışıklığı önlemek için Kaşgarlı Mahmut ilk Türk Lügatını yazmak zorunda kalmıştır. Tüm bu bilgileri ve nazariyeleri de göz önüne alarak, Hemşin Şivesi içindeki Ermenice kelimelerin bulunmasından ötürü onları Ermenilikle itham etmek büyük bir haksızlıktır. Oysa Ermeniler asırlardır Türkçe ön isim ve Soyadlarını bir sakınca görmeden kullanıyorlar. Biz Türkler bunu bir sorun yapmadık. Ya da onlara “siz Türk’sünüz” diyen oldu mu?

Bugün yerel Hemşin ağzında “ts,tz” gibi sesler, yani “eczane” deki “ecz” hecesi gibi. Bu ses Tatar Türkçesi ve Sibirya Türk diyalektlerinde (lehçe) görülmektedir. Sivas Cum.Üni.’den Tarihçi Prof.Dr. Necati Demir, “Karadeniz’in Kültürel Alt Yapısı” isimli eserinde; aslında Avarlar,Hunlar tarafından kullanılan bugün Türkçemizde “peltek z” sesi denen “ts” “tz” seslerin Hemşin ağzında yaşadığını belirterek, “Hemşinliler Avarca, Hun dili (Çuvaş ağırlık) karışımı bir Türkçe ile konuşmaktadırlar” demektedir. Dil medeniyetin ilk kaynağıdır. Allah’ın insanoğluna en büyük armağanı aslında dildir. Bu olmasaydı insanoğlu bugünkü medeniyetleri, uygar toplumu ortaya getiremezdi. “Toplumlarda bilinç tarihle oluşur. Tarih, kültür ve değerler sürecidir. Tarihini bilmeyen veya önemsemeyen toplumlar gelecekte “sürü” halini alırlar,” diyen Prof.Dr. Yumni SEZEN’e hak vermemek mümkün değildir. Nereden geldiğini bilmeyenler için, nereye varmak istediklerinin hiçbir önemi yoktur. Çünkü bu gibilerin ellerinde gelecek ile ilgili ciddi ve sağlıklı bir ‘’yol haritası’’ olamaz.

Yeni yüzyılda Türk olmak ve Türk kalmak çok büyük zorlukları da beraberinde taşımaktadır. Ulus devletler küresel işgalci ve emperyalist güçler tarafından etnik ayrışmaya özendirilerek milli devletleri parçalama süreci başlatılmıştır. Bu konunun dozunun artarak devam etmesi biraz da küreselleşme ile doğrudan alakalıdır. Oysa Batı, geçmişte ve bugün Ermeni konusunda asla samimi olmamıştır. Bundan sonrada olamazlar. Amerikalı tarihçi Prof.Dr. Justin Mc.Carthy 2005 yılında Ankara’da verdiği konferansta; “Ermeniler Rusların gönüllü ajanları idi. Aslında tehcir öncesi ve sonrası Türklerin acıları Ermenilerden kat kat daha fazladır” diyerek konunun bugünkü siyasi ve ideolojik boyutunu da ortaya koymuştur. Gazetenizde tanıtımı yapılan H.H Simonian’a ait “The Hemshin” kitabı Amerika’ da basılmıştır. Ancak henüz Türkçeye çevrilmemiştir. Ben bir arkadaş vasıtasıyla içeriğinden biraz olsun haberim oldu. Hatta benim kitabım “Hemşin’in Köklerine Doğru”dan iki yerde kaynak gösterilerek alıntı yapmıştır. Kitap üzerinde Amerika’daki Ermeni Diosporasının etkili olup olmadığı bilgisine şimdilik sahip değilim. Ancak Avrupa ve ABD’ de diaspora bazı Hemşin gençlerini bularak bunlara daha çok maddi imkanlar teklif edilerek, etnik köklerininmedya-gazete vs de beyan etmelerini ,etnik müzik yaparak, etnik tiyatro ve folklorik çalışma yaparak “işte Hemşinliler Ermenilere benziyor” dedirtmek şeklinde kamuoyu yaratma gayretindedirler. 
Buradaki asıl amaç Ermenilerce saklanmaktadır. Onların esas amacı; “ denizden denize büyük Ermenistan” dır. Bu konuda komşumuz Gürcistan’da rahatsızlık duyuyor. Batum’un Ermeni toprağı olduğu saçmalığını öne sürüyorlar. Bu bağlamda yazıya giriş yaparken İst. Kumkapı’da ki Ermeni kilisesinde A.S’ nin 2002 yılında Hemşin’de dahil olmak üzere otuz milyon dolar harcadıklarını bana beyan etmiştir.Onyedi ülkede Türkiye aleyhine faaliyetler yaptıklarını , Lübnan’dan Amerika’ya kadar “gönüllü gruplar” oluşturduklarını anlattı. Ayrıca Hopa Hemşinli Ö.A’ya “Momi” filmini çevirttiklerini ve kendisine elli bin dolar verdiklerini, Erivan’daki “Ermeni Film Haftası” nedeniyle filmin gösterildiği ve mansiyona layık görüldüğü tarafıma anlatılmıştır. Avrupa’daki Hemşin gençlerinin oluşturduğu Tiyatro Grubu, Ermeniler tarafından finanse edilerek yine Erivan’daki “Tiyatro Günleri” kapsamında Belçika’nın başkenti Brüksel’ den uçakla Erivan’a gönderildiler. Kimi üniversite öğrencilerine burs , kalacak yer ve arkadaş göstererek Hemşin gençleri yurt dışında veya İstanbul ‘da bu tür tuzaklara düşürülmektedir. Artık bilinen bir metod haline gelen ve çeşitli devletlerin istihbarat örgütlerinin kullandığı basit yöntemler Hemşinli gençler için de uygulanmaktadır. Çeşitli vaatlerle elde edilen kişilere sosyal statü/kariyer ve para vererek, günü geldiğinde bu kişileri medya üzerinden yazılı ve görsel beyanatlar verdirmek yolu ile üniter devlet içinde yapay sorunlar çıkarmak artık bilinen tutumlardır. Aslında bütün bunlar bir büyük senaryonun ve stratejinin parçalarıdır. Artık bu ve benzeri gerçekleri Hemşin ve tüm kamuoyunun bilmesinde fayda vardır. Etnik tuzaklara karşı tüm halkımızın uyanık bulunması gerekir. Şunu hatırlatmakta yarar görüyorum; koca bir Yugoslavya devleti etnik kökenler üzerinden parçalandı. Ancak çizilen yeni harita ve devletçikler ,yeraltı zenginliklerine göre dizayn edildi sömürgeciler tarafından. Akıl sahiplerinin buradan önemli dersler çıkarması gerekmez mi?
Değerli okurlar; üstteki satırlarda “Hemşin” kelimesinin bir kavim yada ırk tanımını vermediğini bugün itibariyle anlatmıştık. Şimdi yazacaklarımı ve tüm yazıyı kesip bir dosyada evinizde veya işyerinizde saklayın. Eğer mümkünse zaman zaman tekrar okuyup bu gerçekleri yeni baştan hatırlayınız. Dostlarınıza ve çevrenize anlatınız. 
Hemşin kelimesi eski harflerle “Hamsın” diye yazılır. Türkçedeki sesli (ünlü) dönüşümü nedeniyle “Hemşin” olarak okunabilir. Biz tarih atlaslarında böyle bir yere rastlıyoruz. Bu yer şimdiki Bağdat’ın kuzey doğusuna düşmektedir. Horasan, Hamedan.Şimdi İran’ın olan eski Türkmenistan topraklarıdır bu yerler. Hamedan “güneşler ülkesi” demektir. Biz Hemşinliler kendi içimizde “hamşetzi” deriz. Hamedan’ı çağrıştıran “güneşler ülkesinden / güneşli’den manaları vardır. Bilindiği gibi ülkemizin pek çok yerinde “güneşli” ismi ile yer vardır. Hemşin şivesi ile “güneşli=günaş-i “ şeklindedir. Bu şekli ile bayanlarda da isim olmuştur. “i” yer bildiren bir takıdır. Arapça ve Farsça’da bulamadım. Türkçe’den başka bir dilde de yoktur. Tatar tarihçi Mır Fatih Zekiyev, ünlü eseri “Türkler ve Tatarların tarihi” adlı eserde, işte bu Hamsin Türk/Türkmen boyunu 27. Halkada sıralamaktadır. Görüldüğü gibi bugünkü Hemşin ismi M.S 650 lerden beri bilinmektedir. Kelime tamamen Türkçedir. Bu bilgi Hemşinlilerin Oğuz/Türkmen soyundan geldiğini , Hemşine’de bu ismi Hemşinli Oğuz Türklerinin verdiği gün ışığına çıkmıştır.Dede Korkut Oğuznağmeleri’nde; Hamşetzi’lerin , Hamedan’dan gelen, ‘’ Horosan’dan göç ederek doğu Anadolu Alagöz, Nahçıvan ve Iğdır bölgelerine gelmiş Müslüman Türkmen bölüğü’’ olarak bahsedilmektedir. Bu yerlerden daha kuzeye Azerbaycan Gence ve Dağıstan’a kadar ulaşan Hemşin mensupları vardır . Dağıstan partiyası Vayiçler bu gruptandırlar. Yine Hopa’daki Tatarlar Kuzey Kafkasya’dan intikal eden Türk unsurlardır. Karabacaklar sülalesi Maraş ve Osmaniye civarından gelen Türkmen soylu (Maraşlılar) ailelerdir. 
Prof.Dr.M.F. Zekiev’in orjinal (Tatarca metinde) baskısında ‘’Türkler ve Tatarlar’ın Tarihi’’ adlı kitapta harita No.3’te verilen liste ve gösterilen yerde 27.sırada “Hamşeni Türkmenleri” olarak sözü edilen boy ve yerler ise Hamedan/Horosan bölgesinin biraz güneyidir. Zaten büyüklerimiz; “oğul biz Horasan’dan gelmiş Oğuz Türklarındanız” derlerdi. Hemşin boyu içinde Türkmen Ali, Türkmen’in Hatice gibi geçmişin izlerini bulmak mümkündür. Ayrıca şunu da dikkate almak zorundayız. Hemşin ve yöresinde Avarlar,(Hunlar) Hazar Türkleri, Kıpçaklar ve Kuman (Koman) Ağaçeri, Çepni Türklerinin yaşadıklarını bilmekteyiz. Peki bunların bugünkü bakiyeleri kimlerdir? Meselesinin özü anlaşılmaktadır. Ermeniler konuyu saptırıyorlar. Buna halk deyimi ile; “bulanık suda balık avlamak” denir. Peki ya Ermeniler arşivlerini, kütüphanelerini ve kilise (papazların notları) andaçlarını neden açmıyorlar? Merak etmeyin gerçek belgelerin yerlerine uydurulmuş ve sahteleri konunca ancak o zaman bu yerlerde akademik araştırmalara izin verirler. 
Diğer bir önemli husus Hopa Hemşinlilerinde görmek mümkündür. Orta Asya’dan, Anayurt’dan göç edildiğinde, az önce anlattığım yerlerden göçerek adına Hemşin dediğimiz yerlere gelince, ilk çadırın kurulduğu yere (yurt) biz Hemşinliler; “Higoba” deriz. Hig:baş, oba:oba, çadır, Higoba:Başçadır, başocak demektir. Bu boyun baş evi-hanesi demektir. Bu kelime özbe öz Türkçedir. 1.si OrtaAsya’da, 2.si Hopa’da,3. ise Düzce- Akçakoca’dadır. ( 93 Harbinden sonra Rus esaretinden kaçabilen). Biz Türkler bu Türkçe ismi gittiğimiz her yere bir Türk damgası olarak vurmuşuzdur. İbni Fadlan’dan faydalanarak aktaran Prof.Dr . A.Nimet Kurat; “Horosan Emiri’nin Hatunu süslenip, hakan ve misafirler önüne çıktığı zaman üzerine paralar serpilirdi”. Bu gelenek Türkmenlerde asırlardır devam ediyor. Gelin, damat evine (otağa) geldiğinde paralar saçılır. Günümüzde bu gelenek, Hemşin Türklerinde halen devam etmekte olan Türk Kültürünün derin izleriden biri olarak yaşatılmaktadır.
Aldous Huxley; ‘’Geçmişini öğreneceksin ve bu seni öfkelendirecek’’ diyor. Bunun gibi tüm bu gerçekler işbirlikçi ve yalakalık yapan birilerini öfkelendirecek. Ama hiçbir önemi yok. Hemşin boyunu itham ve töhmet altında tutan soysuz ve sefillerin eğer ardamarları çatlamamışsa, bir vicdan muhasebesi yapmalarının tam da zamanıdır. Rus Tarihçisi M.İ Karamzin, “ Tarih bir noktada halkların kutsal kitabı gibidir“ der. O yüzden kendi kutsalımızı başkalarına yazdırmayalım. Zaten biz Hemşinliler kimliğimizi biliyoruz. Yeni bir kimlik, yeni bir kan ( ırk ) arayışı içinde değiliz. 21. Asırda halen kendisine soy ya da ‘’kahraman ırk’’ arayan varsa, bırakınız bunlar soysuz kalsınlar. Biz kendimizi biliriz bilmesine de, ancak başkaları bizim kim olduğumuzu biliyor mu? Hemşin toplumunda kendini bilmeyenler, konuyu eskinin ideolojik sapmalarıyla yönlendirmek isteyen marjinaller vardır. Geçmişte her ne şekilde ise otorite veya devlete kin ve öfke ile bakanlar, bugünkü davranış biçimleriyle etnik bölücülüğe yardımcı olmaktadırlar. İşte bu noktada bir tarihçinin görevi olayların arka planını ve tarih sahnesinde rol alanların niyetlerini de çözebilmektir. Maksadım kimseyi zan altına sokmak değildir. Ama ne yazık ki bunlar birer gerçektir. Bu yolda her hangi bir dahli olmayan, gafleti olmayan tertemiz insanları tenzih ederim. 
Bugün dünyaya zorla dayatılan küresel stratejinin uygulaması beraberinde bölgesel etnik ve dini çatışmaları da körüklemektedir. Bu tür faaliyetler işbirlikçi ve ajanlar tarafından üst düzeylere çıkarılır. Kendisine hiçbir insiyatif tanınmayan Türk ve İslam coğrafyası top yekün bir dönüşüm projesiyle karşı karşıya gelmiştir. Ancak ümid edilir ki, S.Huntıgton’ın “Medeniyetler çatışması” tezi asla gerçekleşmez. Pentago’nun “yeni harita”sında, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’nun büyük bir bölümü “büyük Ermenistan” olarak gösterilmektedir. Bunların elbette bir anlamı ve hedefi vardır. Bu yazıyı konu alan Hemşin ve çevresi de “Büyük Ermenistan” içerisinde gösteriliyor. Bu uğurda çok ciddi paralar harcanmaktadır. Ancak bu paralar Ermenilere ABD vakıfları ve AB kaynaklı fonlardan temin edilmektedir. Amerikalı yazar David L.Robb ‘’ Hollywood Operasyonları’’ adlı eserinde; ‘’ Tarihi değiştirmek Pentagon için yeni bir şey değil. Bunu flimler aracılığıyla yıllardır yapıyorlar. Hollywood’un kanunlarını CİA ve Pentagon yazıyor’’ demektedir. Günümüzde aynı yönteme Ermenilerinde başvurduğunu görmekteyiz. Bu tahribatlara karşı toplum olarak bilgi ve algılarımızı geliştirmek zorundayız. G.Soros’un Açık Toplum Vakfı; Türkiye‘de toplumun sosyal dokusunu bozacak faaliyetlerin odağı haline gelmiştir. Bilimsellik veya akademik ünvanlı öğretim görevlileri sözüm ona bazı üniversitelerde “Türkiye Toplumunu Dönüştürme” projesinde işbirliği içerisindedirler. Söz konusu bir üniversite tüm imkanlarını bu yola seferber etmiştir. Mozaikçi- Etnik bölücü konferanslar ve seminerler bu kuruluşun salonlarında yapılmaktadır. Türkiye ve Türklere hakaret ve küfürler edilmektedir. Değerli okurlar, Atatürk’ün gençliğe hitabesini günde en az bir defa okunup düşünülmesi gereken zor bir dönemdeyiz. Bunu içimiz sızlasa da söylemeyi kendime tarihi bir görev olarak addediyorum. Şunu da belirtmek zarureti doğdu. Eğer bir toplumda tarihe karşı artan bir ilgi var ise ; bu durum insanların gelecekle ilgili korku ve endişelerinden kaynaklanmaktadır.
Yazımın bu son bölümünde birazcık olsun Ermenilerden söz etmek isterim; Batılı tarihçilerin Ermenileri “Kitab-i Mukaddes”e dayandırmak ve oradan bir soy/ırk tespit etme gayretine girdiklerini müşaade etmekteyiz. Ermeniler ilk yaşadıkları yerlere göre; Asuriler URARTU, İbraniler ARARAT ,Aramiler ise onları HARMiNYAP (yüksek ülke-memleket insanları ) diye tanımlamışlardır. Bunların hiçbiri bir soy yada köken tanımı değildir. DARİUS kitabelerinde bu bölgeye “yukarı memleket” anlamında “ARMENİ” denmiştir. Ne gariptir ki burada da yine kavmi/ırkı tarif göremiyoruz. Fars dilinde “Armen/Ermen=çiftçi, ekip-biçen anlamındadır. Peki, o halde kimdir bu Ermeniler? Nereden gelip, nereye koşuyorlar ?
M.Ö 248’de Hazar ve Kafkasya’nın belli bölümleri Part-Arsaklı (Saka Türk-Part boyundan) devletinin egemenlik sahası içindedir. Ermenilerin bu topraklarda Ersakalı Türklerle (Oğuzboyları) birlikte yaşadıkları bilinmektedir. “Altın Bozkırlar’ın yazarı MESUD-İ (MS 940-957),”Kafkasya’da pek çok ülke mevcuttur. Bunların içinde yaşayan millet sayısını ancak Allah bilir” diyerek, bu bölgede halkların ne denli iç içe girmiş bir şekilde yaşadıklarını bize işaret ediyor.
M.Brosset “Arkeoloji Raporları ve Ani Örenleri” isimli eserinde, Ani’deki Ermenilerin Türkçe konuştuklarını ve bunların atalarının M.Ö 7.yy da Orta Asya’dan bölgeye intikal eden Saka Türkleridir” demektedir.M. Brosset diğer eseri, “Gürcü Tarihi” nde gerçekten günümüze ışık tutacak çok önemli bilgi-belge sunmaktadır. Yazar, “Tulum,kemençe,davul/zurna gibi enstrümanlar Türk çalgılarıdır. Hiçbir Rum, Ermeni yada Gürcü bu çalgılarla çalmazlar. Bunlarla çalınan oyun bilmezler, oynamazlar. Bu yörelerde Lazlar, Hemşinli ve Acara Türkleri bu aletlerle çalıp oynarlar” diyerek Lazlar’ın Hemşinliler’in ve Acarlar’ın Türklüklerine vurgu yapmaktadır.
Sosyal antropolog J.DENİKER; “Ermeniler maddi bir çok öğeden oluşmuş ve karışık bir ırk kitlesidir. Bunlar; Afgan, Asuri ve Türk ırkından oluşmuştur.” diyor. Yine bu konuyla alakalı Prof.Dr.VERMONT; Ermenilerin belli bir vatanları olmamıştır. Kafkasya, Ortadoğu ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde dağınık şekilde yaşamışlardır” demektedir. Taha Toros “Ali Münif Beyin Hatıraları” isimli eserde; “Ermeniler imparatorluk toprakları içinde askere alınmazdı. Askerlik çağına gelen Ermeni genci 40 kuruş Bedelat-i askeriye öderdi”diyor. Yine bu konu ile ilgili Muhammed Safi’nin, “Rize Tahrir-i Öşür Envanteri” adlı Osmanlı arşivlerine dayanarak yaptığı araştırmasın da, “Gayri Müslim ve Türk olmayanlar askere alınmazlardı. Bu tebalardan hizmet karşılığı cizye vergisi alınırdı” demektedir. Oysa Hemşinli hiçbir kişi için böyle bir şey söz konusu değildir. Her Hemşin genci askerliğini yapmıştır. Osmanlı’nın ünlü “Kaptan-ı Derya”larından M.Ali Paşa Hemşinlidir. Çayeli “Kaptanpaşa” onun ismini taşımaktadır. 
Diğer bir görüş ise ; Ermenilerin Ön-Türk döneminden Anadolu’da yaşayan Frigler’den oldukları, ve bunların soy bakımından ise Proto-Türk oldukları söylenmektedir. Heredot’ta aynı görüşü paylaşıyor. “Giyimleri ve kuşamları onlara benzetmektedirler”.Bu tez daha çok DR. Rıza NUR ve onun tüm kütüphane ve belgelerine belli bir dönem sahiplik eden, NİHAL ATSIZ’ da aynı görüşü paylaşmaktadır. Atsız, “Ermeniler Turan-i ırktandırlar” demektedir. Yine Amerika’da yaşamakta olan Ermeni akademisyen Artun Çebeli; yayınladığı “Biz Türküz” isimli makalede, ‘’Ermenilerin Türk soyundan geldiğini” savunmuştur. Türklerin Anadoluyu fethettiği Malazgirt Savaşı’nda, 1071 ‘de Selçuklu Ordusunda beşbin Ermeni genci Bizans’a karşı hangi “Kutsal” uğruna Türklerin yanında yer almıştı? Acaba Ermeniler “Eski Turan Kavmi midir? Bu noktalarda tarih bugüne açık referanslar sunamıyor mu? Yoksa hedefler ve hesaplar bir yerlerde çatışıyor mu? Ya da hangi büyük balıklar, hangi küçükleri yutmak istiyor?
Ünlü düşünür NİETZSCHE şöyle diyor;”Yanlış hareketler hafızada kaldığı ve bir iz bıraktığı zaman, yanlışlığı sürdürmek kader olmaktan çıkar. Bu nedenledir ki büyük milletler tarihi olayları unutmayanlardır”. Fakat biz Türkler unutkan bir millet olduk. Ama birileri hiçbir şeyi unutmuyor. Tarih bu coğrafyada ağlarını örüyor. Acaba bu ağlarda hangi şahin avlanmak isteniyor?
Osmanlı Devleti her ne sebeple ise Ermenilere karşı çok hoşgörülü, sıcak ve sevecen davranmıştır. İlk kez Fatih Sultan Mehmet Han, Bursa’dan bir emirname ile getirdiği baş papaza İstanbul’un Kumkapı Semtinde 1461’de Ermeni Patrikliğini kurdurtmuştur. Eski Bizans döneminde Balkanlara sürgün edilen ve bir kısmının Balkanlarda (Bulgaristan) yok edildiği, Ermenilerin kalanlarını İstanbul’a getirtmiştir. Daha sonra Sultan Süleyman Han yine Bizans’tan zorla sürgün edilen Kırım Ermenilerini gemilerle tekrar İstanbul’a getirip yerleştirmiştir. Halkımızın “93 Harbi” diye bildiği 1877-78 Türk – Rus savaşını Osmanlı Devleti kaybedince, Ayastefanos (Yeşilköy) antlaşması ile Rusya elini çok güçlendirdi. Hem Kafkasya’da ,hem de “Balkanların Efendisi” konumunu İngiltere endişeyle karşıladı. O günün büyük devletlerini Berlin’de konferans yapmaya davet etti. 13 Haziran 1878’de Alman İmparatoru Bismark’ın başkanlığında; İngiltere, Avusturya, Macaristan,Fransa, Osmanlı Devleti 64 maddelik bir antlaşma metnini imzaladılar. İşgal edilen Kars,Ardahan,Artvin Rusya’nın elinde kaldı. Ayrıca Ermenilerin yaşadığı yerlerde ıslahat yapılması istendi. 
İstanbul Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan, Eçmiyadzin Katolıkosluğu ile birlikte, Rusya’dan “işgal ettikleri Türk topraklarından çıkmamasını” talep ettiler. Patrik Varjabetyan Berlin konferansına Ermeni heyeti gönderir. “İmparatorluk toprakları içinde Ermeni kızlarının Türk gençlerine kaçtığı yada kaçırıldığı şikayet edildi. Tedbir olarak da ; Ermeni gençlerin Osmanlının Jandarma Kuvvetleri içinde askerlik yapması konferansta sunuldu. Ancak heyet bu isteği de kabul etmedi. Şimdi buradan şu netice çıkmaktadır. Evlilikler yoluyla pek çok Ermeni kızı Türklere gelin gelmiştir. Bu durum çok ciddi boyutlardadır. Bu yolla annenin dili, yani Ermenice pek çok Türk ailesinde konuşulur olmuştur. Bugün bile Anadolu’da, zamanında Ermenilerin yaşadığı yerlerde bunların izleri vardır.
Doğuda Kazim Karabekir Paşa Tehcir yıllarında binlerce Ermeni sabisini (çocuk-bebek) ağır yol ve kış şartlardan etkilenir diyerek yetimhane ve bakımevlerinde koruma altına alıp, devlet imkanları ile onların hayatlarını garanti etmiştir. Bu erdemli davranışı tüm dünya’nın ve bilhassa batının (!)dikkatine sunarım. Osmanlı’nın Ermeniler için bütün bu yaptıkları şeylerin temel alt yapısı Kültürel ve Sosyolojik sebeplerini sadece insanı ve vicdani saiklerle açıklamak mümkün müdür? Bunun analizi ve tespiti daha derin ve yoğun bir çalışmayı gerektiriyor.
Rusya’nın işgalindeki üç vilayette ( Kars, Ardahan, Artvin ) 40 yıl boyunca hiç bir Türk askere alınmadı. Her Türk gibi Hemşin gençleride 1.5 ruble alınarak askerden men edildiler. Bu kez tam tersi Ermeniler askere alındılar. 1905’te Batum’da, Abaza, Laz, Hemşinli ve Acar’a Türkleri alenen sokaklarda Ermeni örgütlerince öldürüldüler. Rus ve İngiliz askerleri bu olayları seyretti. 1924’te Lenin’in ölümüyle birlikte iktidar mücadelesini askeri güçle Stalin eline geçirdi. Batum ve civarında ki Tüm Hemşinlileri Sibirya, Kazakistan, Kırgızistan,Moğolistan sınırlarına kadar sürdü. İçişleri yüksek komiseri ünlü BERİA bunları röportajlarında itiraf etmiştir; ‘’ Hemşinliler asimile olmadılar. Türk ve Müslüman kimliği terk etmeyince sürgün felaketini yaşadılar’’ demiştir. Yüzlercesi açlık ve hastalıktan öldü. Üç ay süren tren yolculuğunda gece karanlığında askerler tarafından zorla trenden atıldılar. Bu insanlar Türk olmasaydı bu zulüm ve işkenceler yapılmazdı. O yüzden bugün bu konu ile mesul olanlar, tarihin arka sayfalarına ve ayrıntıdaki gerçeklere lütfen itibar etsinler, o insanların hiç değilse, aziz hatırlarına saygı göstersinler. Salt maddi ve şahsi çıkarları veya toplumda sosyal bir konum elde etme adına, hiç kimse Hemşin toplumu üzerinde çirkin oyunlara girmemelidir. Hemşin’in geleceği üzerine hiç birimizin gölge olmaya hakkı yoktur.
Küçük toplumlar tarih içerisinde hep güçlü bir millete (ırk dahil) ve onun içinden büyük kahramanlara kendilerini dayandırmak istemişlerdir. “Türkiye Türkleri, kuşkusuz büyük Türk ağacının bugün en sağlam dallarından biridir.”diyen Fransız tarihçi Jean Paul Roux; “Bu yaşlı ağaçta daha pek çok dal mevcuttur” diyerek Türklerin pek çok kol ve boylarının olduğu gerçeğini de açıklamış olmaktadır. Hemşin toplumu tarihin derinliklerinden gelen aziz Türk milletinin onurlu bir ögesidir. Etnik değil aslın ana unsurlarındandır. Bundan rahatsız olanlar ancak milli tarih bilincinden yoksun, işbirlikçi gafiller olabilirler. Tarih içerisinde dünyanın çeşitli coğrafyalarında Türk ırkına mensup yüzlerce boylar ve kollar tespit edilmiştir. Hemşinlilerde bunlardan sadece biridir.

Saygılarımla
Remzi YILMAZ
Petrol Müh.
Araştırmacı / Yazar

Kaynak: Kalif Dergisi 1 - Sayfa 24