İNCEOĞLU İBRAHİM DESTANI

İNCEOĞLU İBRAHİM DESTANI

Seferberlik kâğıdın; şanlı Üçüncü Ordu,
Doğuda, Erzurum’da; Dokuzuncu Kolordu,
Yokluklar, kahpelikler, karanlıklar ne zordu...
Son görev yerin oldu; İnceoğlu İbrahim...

Bindokuzyüz on yedi; henüz iki yıl geçmiş,
Ama Türkler Tabur’a; “Ermeni Tabip” seçmiş...
Hani soykırım vardı? Yalanlar arşı geçmiş...
Bunlar yüzsüz, hayâsız; İnceoğlu İbrahim...

Fazla dozda aşıyı, yapmak niye Kirkor bey?
Onlar Türk Askerleri; ne kobay, ne de deney!
Kusur mu, ihanet mi? Mahşerde hesap, herşey...
O, zerk etti tifoyu... İnceoğlu İbrahim...

Yedi aylık bir hava; değişimi alarak,
Yüreğinde kederi; hayallere dalarak,
Yorgun, hasta, perişan; hem de yaya olarak,
Ayrılır bölüğünden; İnceoğlu İbrahim...

Dayanılmaz ağrılar sarmışken her yanını,
Ülkenin kara günü; daraltmışken canını,
Yürüyen ayakların; bedene isyanını,
Umursamıyor artık; İnceoğlu İbrahim...

Ve adımlar tükenir; ne katır var, ne deve...
Şimdi İspir Hunut’a; konuk olur bir eve,
Tanrı misafirine; bakarlar seve seve...
Yaş dolar gözlerine; İnceoğlu İbrahim...

Ataların göç yolu... Bilsen Hunut neresi?
Hunlar’ın konak yeri; Hun’ut Dağı, Deresi
Cehalet göstergesi: “Çamlıkaya” da nesi?
Konağın Hun Otağı; İnceoğlu İbrahim...

Yanında refakatçı; o da Hemşinli asker,
Veda ederken sana: “Evine varırım” der...
Nedense geç zamanda; ancak haberin gider,
Acep bu da mı kader? İnceoğlu İbrahim!

Tutar Arkacıları, iki sarı liraya,
Seni taşımak için; gelirler bir araya.
Önde kardaşın Dursun; dizilirler sıraya,
Yol boyu sırtlarında; İnceoğlu İbrahim...

Islık çalıyor şimdi; Hodeçurun Boğazı,
Bastırır fırtınası, karı, tipi, ayazı,
Arkacılar korkudan; çıkarırlar marazı:
“Bizden buraya kadar” İnceoğlu İbrahim...

Bir kayanın üstünde, Dursun gelirken dize:
“Hızırını yetiştir, yardım et Rebbum bize”
Yalvarır Yaradan’a: “ yetiştir evimize”
Gözün arkacılarda; İnceoğlu İbrahim...

Bir mucize, umutlar; tükenirken zirvede,
Elevit tarafından; aksakallı bir dede,
Gelir, sorar: “Evladım, ne için bu arbede?”
Allah bilir “Hızır” bu; İnceoğlu İbrahim...

“Oradan geliyorum; hava günlük, güneşlik”
Yüklenin emaneti; bu nasıl bir kardeşlik?
Hadi yine Asker’e edin bakalım eşlik...”
Haçivanak’ı geçtin; İnceoğlu İbrahim...

Elevit’e indiğin; yayılırken dillere,
Yine misafir oldun; bu kez değil ellere,
Kaynananın dayısı; Ğumlo’dan Celiller’e...
Ömrün son iki günü; İnceoğlu İbrahim...

Ah! Ana kokusunu; son bir kez alamadan,
Hasretin Huriye’ne; sarılıp kalamadan,
Kucağında Celal’in; uykuya dalamadan,
Son nefesini verdin; İnceoğlu İbrahim...

Bu kara haberini; taşıyamaz ki dağlar,
Elevit’ten Hemşin’e; yolda ağlar da ağlar...
Varınca annenize; yüreğine taş bağlar,
Dursun vefalı Kardaş; İnceoğlu İbrahim...

Sonra gelir İgitler; Bodollu’dan koparak,
Omuzlara alırlar; saldan sedye yaparak,
Geldiğin patikadan; dağ yoluna saparak,
Taşıyorlar evine; İnceoğlu İbrahim...

Saatlerdir yollarda, mola Üsküt Dağı’nda,
Cemile Ana gelir; çarık yok ayağında,
Gözyaşları iz yapmış; onun al yanağında,
Ana yüreği işte; İnceoğlu İbrahim...

Yalvarır tekrar tekrar: “Bir göreyim yüzünü”
“Hayır, olmaz, uyanır” kesiyorlar sözünü...
Yol boyunca üstünden; ayırmıyor gözünü,
Kurt düşmüş yüreğine; İnceoğlu İbrahim...

Amcaoğlu Kasım da; Rusya’dan dönmüş meğer
Der: “Köye çıkarılsın; yaşamıyorsa eğer”
Kafile görününce; kendini yere serer...
Ocağında ateş var; İnceoğlu İbrahim...

Çığlıklar... Bağrırmalar... Ağıtlar... feryat figan...
İbreyimuuuum! İbreyimmm! Seslerinde kıvranan,
İnletiyor yer, göğü; yanar Cemile Anan...
Evinde durur zaman; İnceoğlu İbrahim...

Aşağıdaki eve; beklerken Huriye’si,
Dere gürültüsünde; Kaynanasının Sesi;
Kulağında çınlarken düğümlendi nefesi...
“Gelin” bağırsa “ayıp” İnceoğlu İbrahim...

Nasıl bir asılmak ki? Kopar kulak memesi,
Kalır avuçlarında; kan revandır küpesi,
Henüz altı aylıkken; kesilir emzirmesi...
Yetim kalır Celalin; İnceoğlu İbrahim...

Aynı seninki gibi; evladının da huyu,
Kendi toprağındasın; yerinde rahat uyu,
O Allah ki Adildir; eksilmez rahmet suyu,
Baban Tevfik yanında; İnceoğlu İbrahim...