Mehmet Bilgin’i uzun zamandır tanır, kitaplarını okur ve takip ederim.
İlk olarak Çamlıhemşin Derneği adına İstanbul Hemşin Derneği bünyesinde bir söyleşimiz olmuş daha sonrada Ankara’da yapmış olduğumuz bir panele Çamlıhemşin Eğitim ve Kültür Derneği ve ÇAHEV davetlisi olarak gelip bizlere Karadeniz Bölgesindeki gelişmeleri ve Hemşin ile ilgili tespitlerini anlatmıştı.
Bu yazıda ise iki sohbetten de aklımızda kalanları yazdık ve Mehmet Bilgin’in şahsına bazı sorularımıza aldığımız cevapları da ekleyerek otobiyografisiyle
beraber bu yazıyı oluşturduk.
MEHMET BİLGİN KİMDİR?
1955 yılında Trabzon’un Sürmene ilçesinde doğdu.
İlk, orta ve lise eğitimini burada tamamlayan yazar, 1978 yılında A.Ü. D.T.C.F Kütüphanecilik bölümünden mezun oldu.
Üniversite eğitiminden sonra tekrar Sürmene’ye dönerek ticaret ile uğraştı.
Bu sırada bölgenin tarihine ve kültürel değerlerine ilgi duydu.
Mehmet Bilgin Kitapları
Doğu Karadeniz Bölgesi’nde araştırma ve geziler yaptı.
Bu araştırmalarının sonucu “Sürmene Tarihi” adlı kitabını hazırladı.
1990 yılında yayınlanan kitap, sadece Sürmene’nin değil, Doğu Karadeniz Bölgesi’nin tarihine de kaynak olabilecek bir eserdir.
Karadeniz tarihi ile ilgili çalışmalarına devam eden Mehmet Bilgin 1991’de “Madur Dağı Savaşı” adlı ikinci kitabını yayınladı.
“Doğu Karadeniz - Tarih, Kültür, İnsan” adlı üçüncü kitabı, Doğu Karadeniz Bölgesi’nin etnik tarihi ile ilgili detaylı bir çalışmadır.
Bölgedeki toplumun tarihi alt yapısı üzerinde çalışmalarını sürdüren yazar, “Doğu Karadeniz’de Bir Derebeyi Ailesi Sarıalizadeler“ adlı dördüncü kitabında, mevcut toplumsal yapıdan bir kesit alarak, Doğu Karadeniz Bölgesi’nde günümüzdeki toplumsal yapının oluşması üzerine tahlil ve açıklamalarını sürdürmüştür.
“Karadeniz’de Post Modern Pontosculuk” yazarın beşinci kitabı.
Karadeniz konusunda araştımalardan oluşmuş olan “Karadeniz Dünyası” adlı altıncı eseri 2014,
“Bir Cumhuriyet Milletvekili Sami Kumbasar” adlı yedinci eseri 2014 yılında İstanbul’da yayınlandı.
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Din Sosyolojisi alanında Yüksek Lisansını “Trabzon Vilayetinde İki Din Taşıyanlar” adlı tezini sunarak 2010 yılında tamamlamıştır.
Mehmet Bilgin, İstanbul Üniversitesi’nde Yakın Çağ Tarihi Bölümünde “Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi’nde Sol Kanat “ adlı doktora tezini sunarak Tarih Doktoru olmuştur.
Tez, "Teşkilât-ı Mahsusa’nın Kafkasya Misyonu ve Operasyonları" adıyla 2017 yılında kitap olarak yayınlanmıştır.
Mehmet Bilgin halen Yeditepe Üniversitesinde ders vermektedir.
Sizi Hemşin’e ve Hemşin Tarihine yönelten ne oldu?
Ben de Karadenizliyim. Buraya gelirken rahmetli ‘Muzaffer Arıcı’yı düşünüyordum.
Muzaffer Arıcı’nın Hemşin’e, Hemşin’in köyüne, yaylasına, ağacına, dağına, taşına olan sevgisinin derecesini fark edince şaşırmıştım.
Muzaffer Arıcı’nın büyük emekler sonucu hazırladığı kitabının kapağı.
Sol alt köşede yer alan damgayı kendi ailesi ile ilgilendirmişti
O’nun sevgisi beni de Hemşin’e ve Hemşin’in tarihine yönlendirdi.
Daha sonra, Hemşin’i ve Hemşinlileri tanıdıkça, Hemşin sevgisinin tüm Hemşinlilerde mevcut olduğunu gördüm.
Hemşinliye, Hemşin’den bahsetmeye başladığınızda dünya duruyor, ilgi boyutu değişiyordu.
Mehmet Bilgin ile Ankara da yapılan söyleşi
Son dönemde Hemşin’e dış kaynaklı yoğun bir ilgi yönelmiş. Bu ilginin altında yatan nedir?
Durumu açıklayabilmek için hafızamızı yoklayacağız.
Bilgilerimizi güncelleyeceğiz. Başka bir yol da bilmiyorum.
Osmanlının kurmuş olduğu sistem 14, 15 ve 16.yüzyıllarda batıdakilerden daha ileri ve daha üstündü.
Ayrıca batıdaki toplum da sıkıştığı cenderenin içinde acı çekiyordu. Batıdaki devletler bir çok iç çatışmanın, 100 yıl, 30 yıl süren kanlı savaşların, hesaplaşmaların sonucu kendi iç sorunlarını halletmenin yolunu buldular.
Su mecrasını bulup akmaya başladı. Avrupa’daki devletler sistemlerini yeniledi. Yenileyemeyenin yıldızı kaydı. Bize gelince, “Duraklama Devri” diyoruz ama tırmandığımız noktada tutunamıyoruz. Kaymaya, düşmeye başlamışız. Buna da “Gerileme Devri” dedik. Bizim derdimiz; hem realiteye sadık kalmak, hem de görüntüde netliği sağlamak.
Günümüzde bazı güçler bizi 100 yıl önce katliam veya soykırım yapmakla suçluyor.
Bizde buna inanan ve bizi de inandırmaya çabalayanlar var. Ama bunlar bu güçlerin, günümüzde komşu coğrafyalarımızda dökülen kanlarla, yaşanan soykırımlarla ilgili herhangi bir refleksi yok. Dünyada ne olursa olsun onların görevi belli. Varsa yoksa Türk’e düşmanlık. O zaman bunların işi bu diyorsun.
Sistem bunları bu iş için destekliyor, besliyor, kullanıyor.Zaman içinde; kimin ne dediğine değil, onlara bunu kimin söylettiğine bakmak gerektiğini öğrendik.
“Gerçek niyetleri ne?” diye sorarsak konuyu biraz daha açar mısınız?
Bir yerden başlamak gerekirse “Batı keşfettiklerini raflarda, dolaplarda dursun diye keşfetmiyor.
Hayata geçirip uyguluyor. Keşfettikleri ile başkalarının üzerinde üstünlük tesis ediyor, yeniyor, yönetiyor. Keşfettiklerini ticari meta haline getirip zenginlik elde ediyor, Sen erirken, O’nun refah seviyesi, yaşam seviyesi yükseliyor. Bu çark sadece teknik alanda değil, sosyal bilimler için de geçerli.
Şimdi uzaya gönderilen uydularda yeni teknoloji ürünü birçok araç var. Bunlar uzaydan dünyayı izliyor ve gözlüyor. Yeni teknoloji ile artık, dünyanın neresinde hangi zenginlik kaynaklarının, petrolün, gazın mevcut olduğu, ne kadar olduğu ve hangi derinlikte olduğu kesin şekilde biliniyor. Bu bilgiler elde mevcut olunca rakip güçleri devre dışı bırakmak için de adımlar atılmaya başlandı.
Bu normal. Büyük güçler arasında, bu kaynakları kullanma ya da kontrol etme konusunda henüz bir mutabakat olmadığı da bir gerçek.
Bir de mevcut düzende kontrol altında olan, şekil olarak var, ama adeta mandater olarak yönetilenler var. Onlara da oluşturulması amaçlanan yeni sistemin gereklerine göre ayar çekiliyor. Yani yeni sistemde, ne şekilde hangi boyutta, hangi büyüklükte olması gerekiyorsa o şekli almasına çalışılıyor.
12 Eylül, bu söylediğim ayarı Türkiye’ye çekebilmek adına gerçekleşti.
Siz doksanlı yıllarda dünyadaki gelişmeleri de bunun üzerine koyun. O yıllar geçti. Ama 2000 li yılların da gerekleri var.
Yani 20. Yüzyıl bitti ama dertleri bitmedi.
Biz Türkiye’ye dönelim. Bunları Hemşin’e nasıl bağlayacaksınız?
28-20 Nisan 1993 tarihlerinde, Turgut Özal’ın katılımı ve hamiliği ile İstanbul’da bir toplantı yapıldı.
Toplantıya, dünyada bilinen petrol firmalarının yanı sıra, Karadeniz’e, Hazar Denizine komşu olan ülkeler ve Yunanistan temsilcileri katıldı. Toplantının adı; “Karadeniz, Petrol ve Gaz, Gelişen Fırsatlar”.
Katılımcılar ilginç. ABD’de bir düşünce oluşturma kuruluşunda konu uzmanı olarak Richard Perle de katılmış. Bu isim daha sonra ABD’de Savunma Bakanı yardımcısı oldu. Dünya onu daha çok “Karanlıklar Prensi” olarak bilir. Ortadoğu’da çıkardığı yangın hala devam ediyor.
Diğer katılımcıların önemli bir bölümü de kendi ülkeleri için O’nun ayarında. Görüşmeler de güçler birbirinin elini, konumunu yokluyor. Buradan konumuza gelelim. Bu toplantı tarihinden birkaç ay sonra yani Kasım 1993 de İstanbul’da “Ogni” adlı Lazca bir dergi çıkıyor.
1 yıl süren uluslararası ve operasyonel bir hazırlık döneminden sonra Doğu Karadeniz’e yönelik iddialar içeren “Pontus Kültürü” kitabı çıkıyor. Kitap Yunanistan’da ve
Yunanca olarak te yayınlanmış. Dikkat çekici isimlerle olan ilişkiler açısından bakılınca başlı başına bir istihbarat operasyonunun sonucu olduğunu görebilirsiniz.
Hemşin için de bir takım iddialar dile getirilmeye başlıyor.
Ama faaliyet ABD menşeli. Daha sonra Ermenistan’da devreye giriyor fakat sponsorlar hep batıdan. Bütün bu işler petrol konferansı sonrası başlıyor.
Tamamen tesadüf(!) Karadeniz’de Petrol ve Gaz konusu hiç gündemde yok. Karadeniz bölgesinde gündem değil. Kimse konuşmuyor, yazmıyor, bilmiyor. Ama bağlı olarak gündeme gelen, dillendirilen etnik konular ve tartışmalar hiç hız kesmeden devam ediyor.
Devam etsin diye de dünyanın her tarafından fonlar akıyor.
Bu tablo ürkütücü.
Cumhuriyet kurulurken Türk olmak vicdani bir kabul ve bağlılık idi. Türk Milletinin harcı, Milli Mücadelede verilen şehitlerin kanı ile yoğrulmuştur. Bu noktada din farkı bile önemli değildir. Milli Mücadeleye hizmet ettikleri için İstiklal Madalyası verilen Yahudi, Ermeni ve Rumlar vardır. Cumhuriyet, vicdani kabul ve bağımsız olarak var olma iradesi temelli bir millet oluşturmak için kolları sıvamış. Ama Atatürk’ten sonra her sahada engelleme, saptırma faaliyetleri başlamış. Çok partili hayata geçirildikten sonra, Atatürkçü çizgiden sapıp NATO’ya girdikten sonra, Türk Milleti kavramı vicdanı kabulden, ırkî kabul ağırlıklı bir kavrama evrildi. Yani değiştirildi, dönüştürüldü.
Çok partili demokraside biri “Milliyetçilik” kavramını dönüştürürken, diğeri “milli” kavramını değiştirip dönüştürdü.
Ama merkez dediğimiz yerde Liberal görünümlü Amerikancı bir idare. Tabi ki bu süreçte başka kavramlar da değiştirildi. Değiştirilmeye de devam ediyor.
Türk Milleti üst kimliği ile güç oluşturmuş yapı, etnik kimlikler öne çıkartılarak yıkılmak istenirken, dinin de içeriği değişti.
Allah, Peygamber, Kur’an üçgenindeki dinden, Allah’ın vekili Gavs, Şeyh, Hoca efendilere, Kuran’ın yerine risalelere, son peygamberden insanlığı kurtaracak Mehdilere, Mesihlere evrilen bir din yerleşti.
Geldiğimiz nokta, “Bize başörtüsünü verdiler, ama dinimizi de değiştirdiler” şeklinde özetlenebilir.
Bütün bunlar kaşla göz arasında olmadı tabi. Kronoloji belli. Failler belli. Fiil belli. Sadece sonucu söylemek suç.
Büyük resmi görmemekte ısrar, geleneklerimiz arasında. Bir düşünün; sadece Rize’yi iddialara göre parçalara bölsek, kaç parça olur? Ve o parçalar hangi dış güce karşı durulabilir.
Petrol diye bakarsak hemen yakınımızda Kafkasya ve Ortadoğu var. Bu ateşin karşısında dayanabilmek için Rusya gibi, ABD gibi, Çin gibi devasa güçler, güçleri yetmediği için her türlü güçle ittifak kurmak peşinde.
Bizde ise milli birliğimizden bunun bize sağladığı güçten imtina ediyoruz. Etnikçilik yapıyor, parçalanmayı arzuluyoruz. Güney-doğuda silahlı mücadele var, kuzey-doğuda ise yok diye iyi düşünceye dalarsanız,
Kafkasya ısındı mı olmayacağına dair hangi teskin edici ilacınız var.
Bu açıkladıklarınıza katılmakla birlikte, bir çok kişi de tarihin mirasını bir yük olarak görmektedir. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Anadolu’da oluşturduğumuz bu milli yapının tarihi ve kültürel temelleri olmasa bu kadar tehlikeli bir coğrafya da bu kadar zor şartlarda var olmayı sürdürebilir miydik?
Biz bilmesek te sıralayacaklarım, var olmamızı sağlayan gücü beslemiş, besliyor ve besleyecek.
Türkler, Anadolu’ya sadece Selçukluların izlediği yol olan Hazar Denizi’nin güneyinden gelmemiştir.
Bu günkü İran topraklarından geçen bu yol, tarihin ilk çağlarından bu yana İran’da yükselen imparatorluklar tarafından, dönem dönem kesilmiştir.
Orta Asya bozkırlarından batıya göçün ana yolu, Hazar Denizi’nin kuzeyindendir.
Türk kavimleri, Kafkas geçitlerinden inerek ya da Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlardan batıya doğru ilerleyip, Balkanlar ve Trakya üzerinden Anadolu’ya girmiş, hatta Doğu
Avrupa’ya kadar ilerlemiş ve yerleşmişlerdir. Anadolu’da Türk varlığı konusunda yapacağımız ikinci tespit; Türkler Anadolu’da sadece Selçuklu ve Osmanlı devletlerinde
değil, Bizans’ta, Gürcü Krallığında, Kuzey ve Güney Kafkasya devletlerinde, Ermeni beyliklerinde, İran ve Arap coğrafyalarındaki devlet ve imparatorlukların idari
ve toplum yapılarında mevcuttu. Üçüncü tespit, Türkler Anadolu’ya sadece İslam inancıyla değil, Tengri Dini, Hıristiyanlık, Musevilik, Budizm ve diğer inançlara mensup
olarak gelip, Anadolu’da Musevi, Hıristiyan veya Müslüman inançlarına sahip olarak yaşamıştır.
Konumuzla ilgili dördüncü tespitimiz ise; Türkler, mensup oldukları din ve mezheplerin etkisi ile Müslümanların kullandığı Arap Alfabesi, Yahudilerin kullandığı İbrani Alfabesi, Ortodoks Hıristiyanların kullandığı Yunan Alfabesi, Gregoryen Ermenilerin kullandığı Ermeni Alfabesi ve Süryanilerin kullandığı Süryani Alfabesi ve İslamiyet dolayısıyla Arap alfabesi ile Türkçe literatür oluşturmuş ve bu literatürün önemli bir kısmı günümüze ulaşmış ve bilinmektedir. Ayrıca son bulgular, Türklerin Anadolu’ya gelirken; Runik harflerden oluşan eski Türk alfabesini de Anadolu’ya getirdiklerini göstermektedir.
Bu tespitlerden sonra,” Türkler, tarihin en eski çağlarından bu yana Anadolu’da mevcuttur” sözü; biraz aşırıya kaçmış bir iddia değil, bilimsel arka planı ve gerçekliği olan bir ifade olarak önümüzde durur.
Fakat bu tespit günümüzde geçerli resmi ideolojide ve resmi tarihimizde yoktur.
Değişik dönemlerde Anadolu’ya gelip, değişik bölgelere yerleşen Türk kitleleri, kendilerinden önce gelmiş ve yerleşmiş bulunan eski Türk kitleleri ile alt ve üst katman olarak kaynaşmıştır. Farklı dönemlerde Anadolu’ya yerleşseler de, farklı dinsel inançlara sahip olarak bir arada yaşasalar da, bu katmanların; Türk kültürünün karakteristik özelliklerini, başta Türkçe, halk inanmaları ve diğer halk kültürü ögelerinde yaşatmış oldukları, günümüze ulaşmış maddi bulgularla da tespit edilebilir.
Sadece Selçuklu, Osmanlı olarak bin yıldır bu topraklarda hüküm sürmüş bir varlıktan daha ötesi, daha yaygını, daha derini söz konusu.
Bu coğrafyanın tarihinden Türkleri çıkarabilir miyiz?
Doğrusu son söyledikleriniz pek gündemde değil. Hemşin bölgesine ışık tutabilecek şekilde biraz daha açabilir misiniz?
Bu coğrafyanın tarihinde hem Oğuzlar hem de Kıpçak-Kuman’lar var.
Kıpçak-Kumanlar Hindistan’dan, Macaristan-Romanya’ya, Mısır’dan Ukrayna’ya kadar olan çok geniş bir coğrafyada yüzyıllar boyu yaşamış, devletler, beylikler kurmuş, bir medeniyet ve kültürdür.
Kıpçakların Doğu Karadeniz bölgemizde hala kültürel anlamda yoğun ve etkin bir hâkimiyeti vardır.
Türk varlığı olarak sayabileceğimiz ve daha eski tarihlere indirebileceğimiz Hunlar, Sabirler, Ogur-Bulgarlar, Avarlar, Peçeneklerin de Hemşin tarihinde izleri var. Bunlar bazen yer ismi bazen de aile ismi olarak karşımıza çıkar.
Türkler, Müslüman, Hıristiyan, Musevi ve Tengri Dini inancında hem Bizans’ta, hem Selçuklu’da var.
Gürcü Krallığı’nda, Komnenos Krallığı’nda var.
Daha özel olarak Saltuklu Beyliği, Karakoyunlu-Akkoyunlu dönemlerinde Hemşin’de izleri var. Bugünkü Hemşin’de yaşayan topluma ve yaşadıkları köylere baktığımız zaman Oğuzların ve Kıpçak-Kuman unsurların mevcudiyeti yok sayılamayacak kadar çok.
Bu saydıklarımın hepsinin izi, Hemşin coğrafyasının her noktasında, her köşesinde var. Müslüman olarak var. Hıristiyan olarak var. Burada belirttiklerimizin her birinin belgesi de mevcut.
Ama biz en yaygın olarak bilinebilecek olanları belirtiyoruz.
Hıristiyan olarak Türk gruplar var mıydı?
Tabi ki vardı. Hatta Hazar Türklerinden yadigar, eskiden Musevi inancına sahip olan Türkler de vardı.
Bunlara ait resim ve bilgiler “Doğu Karadeniz Tarih Kültür İnsan” adlı kitabımda mevcut.
Diğer belirttiklerimin mevcudiyetine dair bir çok kanıt da orada var. Hayalen inşa edilmiş bir şeyi var kabul edip, var olan binlerce şeyi inkar etme hakkını kendinde görenlerden değiliz.
Hemşin’e ait nüfus kayıtlarında Hıristiyan ama Türk ismi taşıyanlar var.
Melikos veledi Agop,
Bahtiyar veledi Varat,
Murat veledi Aslan,
Emirgülan veledi Aratin,
Turas veledi Murad,
Karaca veledi Asador,
Rakel veledi Karaca,
Kelariz veledi Tarhan,
Serkiz veledi Melikşah,
Apamelik veledi Şahmelik,
Kırkor veledi Gülarslan,
Şahkuli veledi Haçador,
Asador veledi Azadis.
Hemşin köylerinde bulunanlardan bir kaçı. Gerekirse bu listeyi çoğaltabiliriz.
Ayrıca Kıpçak-Kumanların onlarca boyu, günümüzde bölgedeki varlıklarını aile ismi olarak devam ettirmektedir.
Hıristiyanlığın Ortodoks, Gregoryen mezhebine mensup Kıpçak-Kumanların yazılı metinleri, edebiyatı, literatürü Ermeni Alfabesi ile ama Kıpçak Türkçesi ile de mevcuttur.
Marsis dağında kayaların üzerine kazınmış resimler, tamgalar var.
Çamlıhemşin Ayder’de bulunan bir kapı ve menteşeleri
Koç başlı kapı menteşeleri
Çamlıhemşin Ayder’de koçbaşı motifli bir kapı menteşesi ve bezemeleri
Çamlıhemşin’de ve Hemşin’deki evlerde yaygın olarak bulunan sol ucu sitilize koçbaşı, sağ ucu kurt başı şeklindeki kapı menteşesi.
Çamlıhemşin Ayder’de bulunan sitilize koçbaşı şeklindeki kapı menteşeleri
Çimil”de bir evin duvarındaki Damga
Bende bölgeyi ziyaret ettim. Hakas Türklerinin yaşadığı Sibirya, Orta Asya, Azerbaycan ve Doğu Anadolu’dakilerle bütünlük içinde, aynı kültürel temellere sahip oldukları ilk bakışta anlaşılıyor. Bu damgalar Orta Asya’dan kültürümüzle, inançlarımızla birlikte hafızalarımızda taşınarak gelmiştir.
Buralarda taşa, duvara, kap, kaçağa kazınmış, konaklara, yayla evlerine, arazi hudutlarındaki kayalara, ağaçlara kazınmış ve yaşatılmıştır.
Çalışmalarınızda yer isimlerine de gönderme yapıyorsunuz!
Türkler Ergenekon’dan demir dağı eritip çıkmışlar. Sınır olarak gördükleri, kullandıkları yerlere Demirkapı ismini vermişler. Yukarıda açıkladığım Orta Asya’dan Doğu Avrupa’ya
uzanan çok geniş coğrafya içinde bu isim yaygın olarak mevcuttur.
Yakın bölge olarak Of-Çaykara çizgisinin güneyindeki Soğanlı Dağlarında, Demirkapı diye adlandırılan yer vardır.
Demirkapı yer ismi Marsis’teki tamga alanının yakınında da var. Şavşat’ta Türkiye-Gürcistan Hududuna yakın bir köy adı olarak ta mevcut.
Çat yer isminin anlamı iki vadinin birleştiği yer demektir.
Varoş yer ismi Peçenekler, Macarlar, Kuman ve Kıpçaklar tarafından kullanılmıştır.
Üsküt / İskit Dağı’nı yok mu sayacağız.
Hemşin’in Melmenat köyünde Sıçanoğlu Konağı vardır. Konağın ahır kapısının sağında solunda Türk Tamgası vardır. Sıçanoğlu ismi eski Türk Tarihinde senenin aylarının hayvan ismiyle anılmasından gelir.
Sıçan önde giden demektir. On iki aylık takvimde ilk ay ismidir. Yani bugünkü Ocak ayına tekâmül eder.
Sıçan ismini Sıçanobası olarak Melmenat ile aynı rakımda olan Of-Çaykara’da bir yerde de görürüz.
Yine aynı rakım ve aynı iklimde Trabzon’un, Arsin-Santa ve Maçka yaylalarının yayıldığı bölgede bir başka Sıçanobası adlı bir yayla daha vardır.
Başka bulgular da mevcut mudur?
Bölgede Türk varlığı sadece yer isimlerinde yok. Türk mirası olarak iki koç heykelinin mevcudiyetini biliyoruz.
Bunlardan biri Çamlıhemşin Mollaveyis’ köyünde idi.İkincisi de Aşağı Vice köyünde.
Çamlıhemşin-A. Çamlıca Mah. Koç heykeli Mollaveyis köyünden Rize Müzesine taşınan koç heykeli
Koç heykelleri Orta Asya’da Orhun Kitabelerinin bulunduğu alanın girişinde mevcuttur.
Kürşat Yıldırım Hocamız, saha çalışması yaptığı Moğolistan’da Şiveet-Ulan Dağının eteklerindeki tören alanında mevcut koç heykellerinin resimlerini gösterdi.
Moğolistan Şiveet-Ulan bölgesindeki koç ve aslan heykelleri, Moğolistan Şiveet-Ulan bölgesindeki koç heykeli (Fotoğraflar: Doç. Dr. Kürşat Yıldırım Arşivi)
Bu gelenek Orta Asya’dan Azerbaycan’a oradan da Kars’a, Tortum – İspir bölgesinden Çamlıhemşin’e uzanmıştır.
Bunlar aynı kültürün ürünüdür. Bu gün Kars-Çamlıhemşin arasındaki çizgide, yüzlerce koç heykelinin mevcudiyeti biliniyor.
Geçmişte binlerce vardı ve sistemli olarak yok edildi.
Bu kültür bugün dahi Iğdır-Karakoyun ve Tunceli bölgesinde yaşamaktadır. Akkoyun ve Karakoyunlu devletlerinin hüküm sürdüğü bölgelerde bu kültürün izlerini çok daha yaygın olarak görebilirsiniz.
Damgalar ne ifade ediyor?
Damgalar malların üzerine, arazilerin sınırlarına sahibiyet belirtmek için, işaret olarak vurulmuş.
Yine damgalar bir mensubiyet işaretidir. Özellikle boy damgaları daha geniş bir mensubiyete işaret ederler. Bu bakımdan çok önemlidirler. Hemşin köylerinde dolaşırken eski-yeni, büyük-küçük konak yada evlerin kapı menteşelerinin stilize koçbaşı, kurt başı figürleri içerdiğini görürsünüz.
Bu orada yaşayan halkın mensup olduğu topluluğun, taşıdığı kültürün ifadesidir. Yine bu evlerde kapı başlarında nazar ve kötü ruhtan korumak amaçlı koçbaşı, geyik boynuzu
asılıdır. Orta Asya ve Sibirya da yaşayan bu gelenek Anadolu da ve Doğu Karadeniz bölgesinde de halen devam eder.
Çamlıhemşinde bir evin giriş kapısı üstündeki Koçbaşı
Hemşinde bir ağaçtaki damga
Fotoğraf Ümit Murat Hiçyılmaz arşivi
Gerçi daha konuşacak çok şey var ama. Birkaç kelime de olsa dil konusunda değinelim mi?
Dil konusunda ise, ‘The Hahmşen’ kitabında Bert Vaux aynen, “ Hemşince Batı Ermenicesinin eski bir diyalekti olarak algılanabilir” der.
Dikkatiniz çekerim, diyalektiğidir diyemez. Çünkü bilimsel olabilmek iddiası olan bir kimse buradan ileriye gidemez.
Ve bir sürü farklılık dolayısı ile Ermenice konuşan biri ile Hemşince konuşan birisi asla anlaşamaz.
Bir Ermeni Hemşince konuştuğunu iddia ediyorsa biliniz ki, Hemşinceyi öğrenmiştir.
Yani Hopa bölgesindeki Hemşinlilerle Hemşince konuşabilmek için eğitilmiştir.
Hemşince dediğimiz ve Hopa bölgesindeki Hemşinliler arasında kısmen kullanılan ifade dili, Ermenice denilen dilden başka yerlerde gelişmiş.
Ermenice kelimeler içerse de, Ermenice kadar çok eskilerden gelen, arkaik kelimeleri bol olan bir dildir.
Hemşincenin içerdiği Arkaik Türkçe kelimelerden bahsetmeyeceğim. Bu konu üzerinde ciddi çalışmalar yapan, sözlükler hazırlayan Remzi Yılmaz ve Yunus Altunkaya gibi Hopa bölgesinden Hemşinli arkadaşlar var.
Ben de dil konusunda çoğu şeyi onların yazdıklarından öğreniyorum. Bunu belirttikten sonra rahatlıkla “Hemşince cümle kurgusu olarak Türkçe cümle yapısı ile tamamen aynıdır. Yani özne başta fiil sondadır” diye bir bilgiyi aktarabilirim.
Ermenice ise Hint-Avrupa dil ailesinden olup özne, peşinden fiil gelir.
İstanbul-Harbiye’deki Askeri Müzede Haçlılardan ele geçirilmiş bir kılıç üzerinde, kılıcı ele
geçiren Türklerin yaptığı Bozkurt resmi ve vurduğu Damga. Kılıçta yer alan Damga ile
Muzaffer Arıcının kitabındaki damganın benzerliğine dikkat.
Kaynak: Kalif Dergisi 2- Sayfa 28