HEMŞİN'İN HANLARI

HEMŞİN'İN HANLARI

Osmanlı döneminde klasik hanlar, ortada bir avlu, avluyu çevreleyen revaklar ve revakların arkasına yerleştirilmiş odalardan oluşan, genellikle iki katlı kargir yapılardı.
Hanın dış cephelerinde, sokak durumuna bağlı olarak dükkânlar da olurdu.
İşlevsel olarak hanlar, küçük kervanların durakladığı, yolcuların konakladığı ve belirli bir ticari hacme ev sahipliği yapan yerlerdi.
Yöremizde ise hanlar biraz daha farklı bir işlevselliğe sahipti.
Daha doğrusu hanlar temel olarak yaylacılık faaliyetlerine göre şekillenmişti.
Bu yüzden özellikle Hemşin diyarında eskiden var olan tüm hanlar ucu yaylalara ulaşan tarihi kervan yollarına kurulmuştu.
Hatta birçoğu yaylaya çıkan ya da yayladan inen yaylacıların hayvanlarıyla birlikte düşüm yapacakları uygun yerlere kurulmuştu.
Bu açıdan hancılık çok eski dönemlerden beri var olan ve işletmecileri için önemli bir gelir kaynağı olan bir sektördü.
Anadolu’da hancılığın esas kaynağı Selçuklu Devletiydi ama bizim yöremizde Osmanlı’nın son dönemlerinde daha da yaygınlaştığı bir gerçektir.
Eski patika yollarda birçok han, hatta bazı önemli ve işlek merkezlerde yan yana hanlar bulunmaktaydı.
Yöremizdeki hanların beraberinde istisnalar hariç birer kahvehane de oluyordu.
Bu kahvehanelerin en büyük özelliği “çay” içilebilen nadir yerlerden olmasıydı.
Çünkü Osmanlı döneminde yöremizde henüz çay tarımı yapılmıyordu ve sıcak bir içecek olarak çay sadece han ve kahvehanelerde ücretle temin edilebilen bir lükstü.
Hancılar kuru çayları Rusya cihetinden temin ediyorlardı ve yine oralardan temin ettikleri semaverlerde demliyorlardı.
Hemşin hanlarının bazılarında kahvehane kısmı öne çıkmakta ve daha çok konaklamayan müşteriler ağırlanmaktaydı.
Bu tip mekânlar genelde düşüm yerinde olup, verilen mola boyunca insanların dinlenip çay içtiği yerlerde kuruluydu.
Diğer hanlardaysa ki bunlar en az iki katlı yapılardır, konaklama öne çıkmaktadır ve bu hanların genişçe ahırları bulunmaktadır.
Çünkü yayladan inişte veya yaylaya çıkışta akşam olduğunda mecburi olarak sabaha kadar uygun olan bir handa kalınır, hayvanlar da ahırlarda dinlenmeye bırakılırdı.
Bu tip hanlar diğerlerine nazaran daha büyük yapılar olup, bodrum katı ahır, zemin katı kahvehane ve üst katı yatılan odalardan ibaret olurdu.
Yaylacılar yola çıkmadan önce planlarını yapar, hava karardığında hangi handa geceleyeceklerini belirler, ona göre bir ilerleyiş tayin ederlerdi.
Bu şekilde hemen her yaylacı bir düzen tutturmuştu ve her yıl kalacakları veya mola verecekleri yerler önceden az çok bilinirdi.
Çayeli’nin Asrifos ve Venekdere vadilerindeki Hemşinli aileler yaylalarına çıkmak için öncelikle Levent (Çoço) ve Başköy köyü arasındaki dağı aşıp Taşköprü mevkiine inerlerdi.
Bu bölümdeki yol oldukça geniş olup, yörede bu yola “Sultan Yolu” veya “Sultan Cedai” deniliyordu.


Levent köyü Sultan Yolu

 

Komple taş döşeli olan yolun bazı bölümleri günümüzde dahi olduğu gibi durmaktadır.
Bu yol üzerinde tam sırt bir noktada Başköy’den Paşali İsmail’in kahvehanesi bulunuyordu.
Venekdere’den ve Asrifos’tan gelen yaylacılar burada kısa bir mola verir, hayvanlarını dinlendirir, çaylarını içerlerdi.
Taşköprü’ye inilince asıl mola verilirmiş. Çünkü Taşköprü mevkii eski dönemlerde demirci, kalaycı, terzi ve marangozhane gibi birçok dükkânın aktif olduğu işlek bir muhitmiş. Taşköprü’de eskiden iki adet han varmış, bunlardan biri Levent (Çoço) köyünden Kâmiloğlu ailesinden Topal Remzi’ye ait hanmış. Diğeri ise günümüzde dahi kahvehane olarak faaliyetine devam eden Başköy’den Kânlı Hakkı’nın kurduğu, akabinde oğlu Kânlı Şemsut’un işlettiği handı.
Bu hanı günümüzde Hakkı’nın torunu Nurhan Çamlı ve dördüncü kuşak olan oğlu Şemsettin Çamlı işletmeye devam ediyordu.
Hatta dedelerinden kalan düzeni hiç bozmayıp halen daha gürgen ateşiyle bakır kazanda çay demlemeye devam ediyorlardı.


Taşköprü Kânlı Hakkı kahvesi bakır kazan

 

Bu güzergâh dışında kalsa da Atina’ya inmek isteyen Hemşinliler için Başköy köyü merkezi de birçok kahvehane ve hanı bünyesinde barındırıyordu. Kuduloğlu, Sinanoğlu ve Tutoğlu hanları bunlara örnek olarak verilebilir.
Taşköprü’den itibaren Hemşin istikametinde devam edildiğinde Hacıbalta mevkiine gelinir ve burada İbrahim nam-ı diğer Hacıbalta İmam’ın Hanı bulunurdu.
Bu han tam teşekküllü bir han olup, özellikle Çamlıhemşin tarafından Atina’ya (Pazar’a) gitmekte olan köylülerin geceyi geçirdikleri önemli bir duraktı.
Bu han sonradan asfalt yolun altında kaldığı için işlevini yitirmiş lakin Hacıbalta İmam da dükkânını yeni yolun üst tarafına taşımıştı.
Eski yayla yoluyla devam edildiğinde eski adı Sarvizan olan Hemşin merkezi geçilir ve Üskürt Dağı’na tırmanışa başlanırdı.
Merkeze 15-20 dakikalık mesafede bulunan ve yörede “Heyrat” denilen Ortaköylü Hacıkâmiloğlu Hanı’na varılırdı.
Yine tam teşekküllü ve en meşhur hanlardan olan bu handa demirci dükkânı ve fırın dahi bulunurmuş.
Bu han daha çok Üskürt Dağı’nı aşan yorgun Çamlıhemşinlilerce tercih edilirmiş.
Bir diğer önemli han ise Üskürt Dağı’nın sırtlarında Yolkıyı (Küşüve) köyünden Ethem Tuman’a ait handı.
Bu hanı bir dönem Nurluca (Çaneva) köyünden Kenan Babuz da işletmişti.
Kahvehane yönüyle dikkat çeken bu hanın en büyük özelliği, her iki vadiden Üskürt Dağı’nı tırmanan yolcuların dinlenmek için ve düşüm yapmak için ilk karşılarına çıkan mekân olmasıydı.
Yaylacılar Tumanoğlu Ethem’in düşüm yerinde yüklü katırlara ayar verirlermiş. Şöyle ki Ethem’in kahvehanesinden sonra artık her halükarda inişe geçileceği için yükler katırların
kıç tarafına doğru yanaştırılırmış. Çünkü aynı mantıkla Üskürt Dağı’na çıkılırken de yükler katırların boyun kısımlarına doğru yanaştırılmış olurmuş.
Üskürt Dağı’nda Ethem Tuman’ın kahvehanesi geçilip Çamlıhemşin istikametine doğru yarım saat kadar gidilince yol ikiye ayrılıyordu.
Sağdan giden yol Mollaveys köyüne, soldan giden yol ise Yolkıyı köyünün Koboş mahallesinden Ortan Köprüsüne (Koboş  Köprüsüne) iniyordu.
Koboş istikametine giden yaylacılar dolayısıyla Hazindak, Samistal, Palovit, Meleskur, Hapivanak ve Hodoçur gibi yaylalara çıkan Hemşinlilerin kullandığı güzergâhtı.
Hemşin tarafı Ortan Köprüsüne “Vank Köprüsü” de diyordu. Çünkü bu köprüden sonra Ortan köyünden geçilip meşhur Vank Yokuşu çıkılıyordu.
Ortan köprüsünün yanı başında büyükçe bir han ve fırın varmış.
Bu fırında pişirilen ve yörede “yağlı” denilen kurabiyeler oldukça meşhurmuş.
Bu hanı bir dönem Çinçivalılar işletmiş.
Köprünün Ortan tarafında da bir han vardı ve bu hanı da Ortan köyünden Gülapoğlu Tahsin Yamantürk işletiyordu.
Vank Yokuşu bu güzergâhtaki en çetin tırmanış olduğu için oldukça yorgun düşen yaylacılar, yokuşun zirvesinde Kilimaç adlı mevkiide mutlaka düşüm yaparlar, hem kendileri
dinlenir, hem de hayvanları istirahat ettirirlerdi.
Kilimaç’da kahvehaneyi Ortan köyünden Ahmetoğlu Dursun Ali işletmişti ki burası 1966’da kapandı.
Kilimaç’tan yaylalara doğru devam edilince Makrevis-Hala yol ayrımı geçildikten sonra Başörtü ya da Tepebaşı denilen mevkie gelinir, biraz daha devam edilince hemen hemen
Pokut Yaylası’nın arka taraflarında Pilunçut düşümüne varılırdı.
Burada anılarda sarsılmaz bir yer edinen meşhur Pilunçut kahvehanesi vardı.


Pilunçut Kahvesi (Foto Salim Okumuş)

 

Kahvehane Ortan köyünden Gülapoğlu ailesinden Yunuslarındı, bazen kendileri işletmiş, bazen de kiraya vermişlerdi. Bir dönem Nurluca (Çaneva) köyünden Kâzım Damsarsan işletmişti.
Bu kahvehaneyi farklı dönemlerde farklı kişilerin işlettiği de olmuştur.
Birçok yaylacı düşüm yapmak için Pilunçut’u tercih ederdi. Çünkü Pilunçut aynı zamanda hayvanlar için hem dinlenip, hem de otlayabildikleri bir alandı.
Pilunçut’tan yukarı doğru devam edilince Eğnetap Düzü ve Kurt Boğazı geçilir, akabinde Palovit Deresi’nin göründüğü bir boğaz olan Maçkun’a gelinirdi.
Maçkun da bu güzergâhtaki en önemli düşüm noktalarından biri olan Maçkun Kahvesi  bulunurdu.


Maçkun Kahvesi (Foto Anonim)

Buradaki kahvehaneyi bir dönem Halalılar, uzun bir dönem ise Akyamaç (Tecina) köyünden Musluoğlu Şuayip çalıştırmıştı.
Buradan gelip geçen bütün yaylacılar Maçkun’da mutlaka çay içmiştir.
Bu kahvehaneden  sonra artık Hazindak Yaylası vardır ki, bundan öte herhangi bir han veya kahvehane yoktu.

Üskürt Dağı’ndan Mollaveys’e inen yoldan gidildiğinde  öncelikle Üskürt Mahallesi’nin yanından geçiliyor ve merkeze iniliyordu.
Bu ana güzergâh üzerinden önce Çat’a çıkılır, buradan bir grup yaylacı soldan giderek Elevit, Tirovit, Karmik, Karunç ve Haçivanak gibi yaylalara çıkardı.
Diğer bir grup yaylacı ise sağdan giderek Kale köyü, Varoş köyü, Başyayla, Çiçekli yayla, Üçpare Hemşin, Verçenik, Çermeşk ve Baltaş gibi köy ve yaylalara çıkardı.
Mollaveys’in merkezinde birçok han ve dükkân vardı.
Bunlardan ilki günümüzde dahi kahvehane kısmı aktif olan Bekiroğlu Hanı’ydı.


Mollaveys Bekiroğlu Hanı

Bu han da yöredeki büyük hanlardan biriydi. Hanın etrafında eskiden ikisi demirci, biri kalaycı olmak üzere üç dükkân vardı.
Ayrıca aynı bölgede günümüze ulaşmayan Begioğlu Hanı varmış.
Bu muhitin az bir mesafe ilerisindeyse 1950’lerden sonra yapılan Kadıoğlu Hanı devreye girmişti.
Kadıoğlu Hanı’nın az yukarısındaysa çok önceleri Köralioğlu Saleh Dayı’nın meşhur kahvehanesi vardı ki, Saleh Dayı yörede şakacı ve neşeli kimliğiyle tanınırdı.
Yaylalara doğru devam edildiğinde Ocgedop nam-ı diğer Belsu mevkiinde yöredeki en büyüklerden biri olan Ocgedop Mollaosmanoğlu hanına ulaşılırdı.


Mollaveys Ocgedop Mollaosmanoğlu Hanı

 

Bu hanı Mollaveys’in Doğancı mahallesinden Mollaosmanoğlu Ali Gündoğdu işletiyordu.
Bu han hiç bozulmadan günümüze kadar ulaşmayı başarmış, hatta hemen yanındaki medresenin 1926’da yok olduğu çığ felaketinden dahi kurtulmuştu.
Buradan yola devam edilip tarihi Zilkale geçilince, Şenköy (Amokta) köyü altlarında 1960’lı yıllarda Uzunalioğlu Hasan tarafından küçük bir han yapılmıştı.
Burada fırın dahi bulunuyordu.
Yola devam edilince Zilkale (Goluna) köyü altlarında biri İspiroğlu ailesine, diğeri Değenekoğlu ailesine ait olan iki mütevazı han bulunuyordu.
Bunlardan İspiroğlu Hanı (Foto 7) halen daha günümüzde gelen giden yolcuları ağırlamaya devam ediyor. Şimdilerde bu eski hanın yanına


Goluna İspiroğlu Hanı

modern bir pansiyon da açmışlar. Tozkopan mevkii denilen burada eskinin ve yeninin konaklama imkânlarını kıyaslamak için ideal bir görüntü vardı.
Yola devam edildiğinde Meydan köyü altlarında 1950’lerde faaliyete sokulan Salihoğlu İshak ve Ali’ye ait han ve kahvehane vardı.
Burası da geçildiğinde Nalkar adlı mevkide yörenin en eski hanlarından olan Karareşit Hanı vardı.
Çatlı Derecizade ailesine mensup olan Kara Reşit, bu muhitte yıllarca hancılık ve kahvehanecilik yapmış ünlü bir kişilikti.
Bu handa semaverde demlenen çay zamanında çok meşhurdu ve 1800’lü yılların sonlarına kadar faaliyette olmuştu.
Bilenler bilir, Çelengirli ünlü şair Kâhya Salih’in Kara Reşit’e yazdığı, daha doğrusu Reşit’in bahçesinde yaptığı korkuluğa yazdığı ironik bir destanı vardır.
Aynı zamanda ünlü bir kabadayı olan Kara Reşit’in hanı ne yazık ki günümüze ulaşmamıştır ama halen daha bu muhite Karareşit Sapağı deniyor.
Çat köyüne doğru ilerlemeye devam edilince Aşağı Çat denilen yerde ve günümüzde Toşi Pansiyon’un olduğu yerde Çatlı Gigillerin hanı bulunuyordu.
Bunun biraz yukarısında, şimdiki balık çiftliğinin olduğu yerdeyse Çatlı Derecizade Osman’ın küçük bir hanı mevcuttu.
Bu güzergâhın son hanı ise 1960’lı yıllarda aktif olan ve halen daha Cancik Pansiyon olarak faaliyetini sürdüren Mafratoğlu Rasim’in mekânı bulunuyordu.
Bu hanlardan sonra yaylacılar artık ikiye ayrılan vadilerden ilerler ve yaylalarına çıkarlardı.
Gerek Kale-Hemşin, gerekse Elevit güzergâhında bir daha han ya da kahvehaneye rastlanmazdı. 
Sadece Elevit köyünde şimdiki caminin olduğu yerde köyün yerli Müslüman aileleri olan Oçinoğlu, Şirnaloğlu ve Gencaloğlu ailelerine ait kahvehane varmış.
Hemşin yöresinde en önemli güzergâhlardan biri de Kanlı Boğaz geçidi idi.
Günümüzde Pazar’a bağlı bulunan Ortayol (Meleskur), Uğrak (Çingit), Akbucak (Mermenat) ve Bucak (Açaba) köyleri yaylalarına çıkmak için bu katır yolunu kullanıyorlardı.
Aynı şekilde Hemşin ilçesinin birçok köyü de yaylalarına ulaşmak için Akyamaç (Tecina) köyü üzerinden Hor Boğazı’na çıkıyor, Boğaziçi (Pogina) köyünü geçtikten sonra Kanlı Boğaz’ı aşarak Çamlıhemşin tarafına iniyordu.
Buna rağmen Kanlı Boğaz geçidi daha çok Çamlıhemşinlilerin kış aylarında dahi Pazar’a yani çarşıya ulaşmak için kullandıkları ana yoldu.
Bu güzergâh üzerinde de elbette birçok han bulunuyordu.
Hemşin’den gelenler Hor Boğazı’nda kısa bir mola verir, peşi sıra Pogina’dan dereye inilip Kanlı Boğaz’a tekrar çıkmak bir hayli yorucu olduğu için Kanlı Boğaz’da mutlaka düşüm yapılırdı.
Kanlı Boğaz’ı aşıp çarşıya inmek isteyen Çamlıhemşinliler sırasıyla Tumaslı, Ovaklı, Çingit, Meleskur ve Lamgo köylerini geçip Hemşin Deresine ulaşır, oradan da dere boyunca
ilerleyerek Pazar’a inerlerdi.
1844 yılında yöreyi gezen Alman botanikçi Prof.Dr. Karl Koch da yaylalardan inerken bu yolu kullanmıştı.
Bu güzergâhta bilinen dört adet han vardı.
Çamlıhemşin istikametinden gelinirken Boğaziçi köyünün Tumaslı Mahallesi ile Çingit köyü arasında kalan Kordun adlı mevkide bulunan han, Tumasoğlu Dursun ve Tahsin’e aitti.
Yola devam edildiğinde Sugidap adlı mevkide Sıçanoğlu Halit’e ait hana geliniyordu. Bu han beraberinde kahvehane ve küçük bir bakkalı da barındırıyordu.
Çingit köyü merkezinde ise Mollalioğlu abdullah’ın kahvehanesi ve hanı faaldi.
Bu güzergâhtaki en önemli han ise kuşkusuz Meleskur’daki Körhanoğlu Ahmet’e ait handı.
Duvar kalıntıları günümüze kadar ulaşan ve “Körhanın Hanı” olarak tanınan hanın oyun oynanan kahvehane kısmı yoktu, sadece yolculara çay ve yemek hizmeti sunuluyordu.
Zaten bu han daha çok bir gece kalınıp istirahat etmek için tercih edilen bir handı.
Meleskur köyü sakinleri Palovit vadisindeki Meleskur Yaylasına çıkıyorlardı. Ancak Açaba, Mermenat ve Çingit’in yayla güzergâhı Çamlıhemşin merkezden itibaren tamamen ayrılıyordu.
Şöyle ki bu üç köy sakinleri yaylalarına çıkarken Çamlıhemşin merkezden itibaren Hala vadisine girer, Çuklanut’a gelindiğinde kısa bir mola verilir, eksik olan şeyler buradaki dükkanlardan tedarik edilirmiş.
Burada Fazlı Ahmet’in altı han, üstü kahvehane olan mekanı pöpüler bir dinlenme yeriymiş.


Çuklanut

 

Moladan sonra Melivor Vadisine girilir ve dereyi takip ederek epeyce çıkıldıktan sonra üç köyün ortak malı olan Çeğenet Düzünde asıl mola verilirmiş.
Yükü ağır olan bazıları ise Melivor’daki akrabalarında bir gece kalır, ertesi gün yola koyulurmuş.
Çeğenet Düzünden yukarı doğru devam edilince Lordeçur mezrasının hemen aşağısındaki yol ayrımına gelinir, göç kafilesi burada ayrılırmış.
Sataple yaylasına gidenler Tar Deresinin solundan koyun yatağı olan Çadaçor’a, hemen peşi sıra Teveçor’a çıkarlar, oradan da Sataple’ye ulaşırlardı.
Miçilor’a gidenler ise Tar Deresi boyunca devam edermiş.
Lordeçur’a gidenler için yol zaten bitmiştir.
Bu aşağı yaylalarda işi biten yaylacılar havaların daha da ısınmasıyla vadinin en üst yaylası olan Kaçkar (Onbole) Yaylasına çıkarlarmış.
Görüldüğü üzere eskiden fazlasıyla canlı ve işlek olan yayla yollarında onlarca han, kahvehane ve düşüm yerleri bulunuyordu.
Bu yüzden Hemşin yöresinde hancılığın ve kahvehaneciliğin ayrı bir yeri vardı.
Çetin yayla yolculuğunun en güzel anları bu tür hanlarda yapılan düşüm ve molalardı.
Hayvanlarla zorlukla çıkılan yokuşların ardında hancının demlediği çayı içmek şüphesiz hayat öpücüğü gibiydi.
Göç eden kafilenin mutlaka bir öncüsü olur, o kişi kafileden önce konaklanacak ya da düşüm edilecek olan hana ulaşıp, kafilenin mahiyetini ve kişi sayısını bildirir, hancı da ona göre çay demler ve hazırlığını yaparmış. Yörede hanlarla ilgili yaşanmış onlarca güzel anı ve hikâye vardır.
Bunlardan ikisini özellikle anlatmak isterim.
Maçkun’daki kahvehaneyi işleten Şuayip Muslu’ya bir gün iki öncü gelir ve arkadan 30 kişilik bir göç kafilesinin geldiğini söylerler.
Halbuki arkadan gelen giden yoktur ve Şuayip Dayı’ya şaka yapmaktadırlar.
Hancı 30 kişilik çay demler ve müşterisini beklemeye koyulur.
Gelen giden olmayınca da çay bozulup zayi olur.
Şuayip amca bunun altında kalmamak için bozulan çayı dökmez ve saklar.
Günler sonra ona şaka yapan iki kişinin yolu Maçkun’a düşer.
Hancıdan çay isterler ve o da intikam için sakladığı bozulmuş çayı tekrar ısıtıp önlerine koyar.
Bozuk çayın iğrenç tadını alan misafirler bu nasıl çaydır diye hemen tepki verirler.
Şuayip Dayı da, “Bu çay o gün fuzuli yere demlettiğiniz 30 kişilik çaydır, sizin için sakladım.” der.
Benzer bir vaka da Mollaveys’teki kahveci Saleh’in başına gelmiştir.
Saleh Dayı, müşterisine verdiği çayları takip etmek için duvara asılı bir kağıda çarpı atarmış.
Onunla eğlenmek isteyen bir müşteri gizlice kağıda bir sürü çarpı daha ilave etmiş.
Kalkan bir masa hesabı isteyince Saleh Dayı hemen kağıdı almış eline ama bir bakmış ki, çok fazla çarpı var, halbuki o kadar çay vermemiştir.
Parmaklarıyla birkaç defa hesap etmişse de bir yanlışlık olduğunu anlamış, sonunda müşterilere; “Hesap karıştı, bu çaylar benden olsun.” demiş.
Bu olay sonucunda nerede iki Hemşinli bir işin içinden çıkamadığında “Bu iş Saleh Dayı’nın hesabına döndü” dermiş, yani kahvecinin sözü deyim olup çıkmış.
İşte bu han ve kahvehaneler eskinin çok önemli bir yaşam kaynağıydı.
Hemşin coğrafyasında anlattığım han ve kahvehaneler dışında mutlaka unuttuğumuz mekânlar da vardır.
Kaldı ki bu yazıda Senoz, Cimil ve Salarha vadilerine hiç değinmedik.
Salarha Vadisindeki Andon’da bulunan meşhur Memiş Paşa Hanı, yöredeki en büyük hanlardandı.


Kaynak Kişiler:
Şefik Aras,
Veysel Atacan,
Muzaffer
Bayramoğlu,
Metin Gültan,
Hızır Canbaz,
Cemal İnce,
Şakir Aksu,
Salim Okumuş,
Yurdaer Kuyumcuoğlu,
Nihat Sel,
Faik Okan Atakcan,
Yaşar Ferah.

Kaynak: Kalif Dergisi 2- Sayfa 68